Bir gerçek vardır ki, o da Milliyetçi Hareket Partisi’nin kaderi milletin kaderi, varlığı Türklüğün ebedi varlığıyla bir ve aynıdır.
Aziz milletimizin pirüpak iradesi üzerinde hiç kimse ambargo koyamayacak, buna da güç yetiremeyecektir.
Bizim kiralık anket şirketlerinden öğreneceğimiz bir şey olmadığı gibi, bunların sahtekarlıklarına aldanarak siyaset yapmamız da aklın ve 53 yıllık mazimizin inkarıdır.
Hamd olsun biz inkarcı değiliz, dosta güven, düşmana korku veren Milliyetçi Ülkücü Hareketiz.
Bizim anketimiz 85 milyon Türk vatandaşının duasıdır, güzel bakışıdır, müşfik seslenişidir, kucaklayıcı hasletidir, muhabbet dolu selam ve sahiplenmesidir.
Bizim hakkımızda tek söz ve karar sahibi büyük Türk milletidir.
Ve Milliyetçi Hareket Partisi Türk milletinin güçlü nefesi, gür sesi, parlak geleceğinin müjdesidir.
Genel Başkanımız Sayın Devlet BAHÇELİ’nin, TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma
Değerli Arkadaşlarım,
Sayın Basın Mensupları,
Partimizin bu haftaki olağan Meclis Grup Toplantısı’na başlarken yüksek heyetinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyorum.
Televizyon ekranlarından, radyo kanallarından, sosyal medya platformlarından toplantımızı takip eden aziz vatandaşlarımızı, gönül ve kültür coğrafyalarımızda varoluş mücadelesi veren değerli kardeşlerimizi bu vesileyle selamlıyor, hepsini kucaklıyorum.
Sabırlı ve sağlam bir hazırlık olmadan, samimi ve sağduyulu bir mizaç bulunmadan, sağlıklı ve sahici bir hedef koyulmadan büyük keşifler gerçekleşemez, gönüllere girilemez.
Amacımız gönül kazanmak, gönüller yapmaktır.
Amacımız milletimizin takdir ve tercihine mazhar olabilmektir.
Niyetimiz halis, nirengi noktamız Türkiye, nihai hedefimiz İ’la-yi Kelimetullah’tır.
Biliyor ve inanıyoruz ki, tomurcuk derdinde olmayan ağaç odundur.
Bizim ne odunlaşmış kafalarla, ne de odunluktan kurtulamamış anlayışlarla işimiz ve ilgimiz vardır.
Fikir ırmağında ıslanmamış her söz önümüze koyulan taştır.
Fikrimiz köklüdür, faziletimiz engindir, fedakârlığımız aşkındır.
Biz ne yapacağını, hangi vasıtaları kullanacağını, nereye ulaşacağını bilen ve bu doğrultuda bıçkın bir iradeyle mücadelesini sürdüren Türkiye sevdalılarıyız.
Şayet nereye gittiğimizi tespit ve tefrik edemezsek, mukadderdir ki, hiç beklenmedik, hiç umulmadık, aklımızdan dahi geçmedik sahillere yara bere içinde çıkmamız kaçınılmazdır.
Milliyetçi Hareket Partisi’nin siyaseti, başkaları gibi icazetli, icar ve ipotek altında bir siyaset olarak görülemez.
Milliyetçi Hareket Partisi’nin vizyonu kısıtlı, kırılgan ve kısa menzilli bir çerçevede de tanımlanamaz.
Milletimiz ne diyorsa sözümüz odur.
Milletimiz neyi istiyorsa dileğimiz aynısıdır.
Cumhuriyet’in 100’üncü yıl dönümü olan 2023 Türkiye’nin kader ve karar yılı, aynı zamanda tarihsel kavşağıdır.
Bu bilinç ve kavrayışla siyasi faaliyetlerimizi günden güne yaygınlaştırıyor, istikrarlı şekilde yoğunlaştırıyoruz.
Şunu bir defa inançla ve iddiayla söylemek isterim ki, Milliyetçi Hareket Partisi’ni itibarsızlaştırmaya, oy oranının iniş halinde olduğunu göstermeye çabalayan kim varsa 2023’de nal toplayacak, hayal kırıklığının pençesinde bozguna uğrayacaktır.
Algı operasyonları bize sökmez.
Kamuoyu araştırma şirketlerinin sipariş ve yalan anketleri güneşi balçıkla sıvamaya, doğru duvarı yıkmaya, milletin iradesine ket vurmaya yetmez, yetmeyecek.
Gerçeği bilip susanlar, gerçeği bilmeden konuşanlar kadar tehlikelidir, utanç kaynağıdır.
Bir gerçek vardır ki, o da Milliyetçi Hareket Partisi’nin kaderi milletin kaderi, varlığı Türklüğün ebedi varlığıyla bir ve aynıdır.
Aziz milletimizin pirüpak iradesi üzerinde hiç kimse ambargo koyamayacak, buna da güç yetiremeyecektir.
Bizim kiralık anket şirketlerinden öğreneceğimiz bir şey olmadığı gibi, bunların sahtekarlıklarına aldanarak siyaset yapmamız da aklın ve 53 yıllık mazimizin inkarıdır.
Hamd olsun biz inkarcı değiliz, dosta güven, düşmana korku veren Milliyetçi Ülkücü Hareketiz.
Bizim anketimiz 85 milyon Türk vatandaşının duasıdır, güzel bakışıdır, müşfik seslenişidir, kucaklayıcı hasletidir, muhabbet dolu selam ve sahiplenmesidir.
Bizim hakkımızda tek söz ve karar sahibi büyük Türk milletidir.
Ve Milliyetçi Hareket Partisi Türk milletinin güçlü nefesi, gür sesi, parlak geleceğinin müjdesidir.
Nehir olmayan yerde balık avına çıkan, kalplerinde tortulaşan kiri husumet saçan eylemleriyle teyit eden çevreler bizimle boy ölçüşemez, bizimle aşık atamaz, bizim yanımızdan bile geçemez.
Biz Türkiye’nin her yerindeyiz.
Biz vatanımızın her yöresinde, her noktasındayız.
19 Şubat 2022 tarihinde başladığımız “Adım Adım 2023; İlçe İlçe Aydınlatma ve Anlatma” toplantılarımızı geçtiğimiz hafta sonu tamamladık.
İlk etapta, 24 Haziran 2018 Milletvekilliği Genel Seçiminde CHP’nin sandıktan birinci çıktığı 6 il, 125 ilçede bu partinin iç yüzünü, gerçek emel ve hedeflerini açık seçik milletimizle paylaştık.
CHP’ye oy veren kardeşlerimize, parti yönetiminin ne hallere düştüğünü, kimlerin ve hangi vahim senaryoların peşinden tıpkı kurumuş yaprak gibi sürüklendiğini üstüne basa basa ifade ettik.
131 seçim bölgesinde CHP yönetiminin yakalandığı iflah olmaz hastalığı, altı oku Kandil’in mağara girişine nasıl astığını detaylarıyla anlattık.
Bu kapsamda sürdürülen çalışmalara katılan, seve seve ülkemin her köşesine giden siz değerli milletvekili arkadaşlarıma, Merkez Yönetim Kurulu ile Merkez Disiplin Kurulu üyelerimize çok teşekkür ediyorum.
Allah nasip ederse, Ramazan Bayramı’nı müteakip kalan diğer tüm ilçelerimizi heyetler halinde ziyaret edip; aynı şevkle, aynı heyecanla, aynı azim ve inançla mücadelemizi sürdüreceğiz, bu suretle 2023 hedeflerimizi, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni, ülkemiz üzerinde oynanan oyunları birer birer aktaracağız.
Yeni sistem diyeceğiz, güçlü siyaset diyeceğiz, milli destek isteyeceğiz, kutlu emanete hep birlikte sahip çıkacağız.
Türkiye’nin ümitsiz ve çaresiz olmadığını göstereceğiz.
Milliyetçi Hareket Partisi’nin teşkilatları 4 Eylül 2021 tarihinden bugüne kadar birbiriyle bağlantılı 3 farklı siyasi programı başarıyla ve alnının akıyla yerine getirmiştir.
Planlama aşamasından sahadaki birebir tatbikine kadar gereği neyse yapılmış, en küçük ihmal ve gevşemeye prim verilmemiştir.
Bu vesileyle tüm teşkilatlarımızı gönülden kutluyorum.
Büyük İslam Filozofu İbn-i Haldun, meşhur eseri Mukaddime’de, kendilerini her şeyi kavramaya, bütün nedenleri anlamaya, varoluşun bütün ayrıntılarını bilmeye ehil ve yetenekli sanan zihniyetlerin telkinine inanmamayı, güvenmemeyi tavsiye etmişti.
Biz, çok bilen değil, çok seven, çok çalışan, çok inanan, çok daha büyük işler yapmaya memur ve mecbur olan bir davanın mensuplarıyız.
Gücümüz millet, güvencemiz devlettir.
Zilletin çarkı kırılacaksa, zillet kervanının önü kesilecekse, zalimlerin karanlık senaryoları yırtılıp atılacaksa, bunun yegâne yolu ve yordamı Milliyetçi Hareket Partisi ile Cumhur İttifakı’nın tavizsiz ve emsalsiz yüksek mücadelesidir.
Bu çerçevede tüm hazırlıklarımızı dört başı mamur şekilde yapıyoruz.
Biliyoruz ki, işleyen demir pas tutmaz, akan su yosun tutmaz.
İmanla dolu kalpler, sevdayla yoğrulmuş yürekler çağın gerisinde kalmaz, hadiselerin ardına takılmaz.
Kuyumcu titizliğiyle planladığımız siyasi çalışmalarımızı sırasıyla hayata geçiriyoruz.
Yine bu kapsamda, geçtiğimiz hafta sonu Milliyetçi Hareket Partili belediye başkanlarımızla Antalya’da bir araya gelerek verimli, faydalı ve ufuk açıcı iki günlük bir toplantı sürecini elbirliğiyle, güç birliğiyle, inanç birliğiyle gerçekleştirdik.
Belediye başkanlarımızın duruşları, tutumları, illerine, ilçelerine ve beldelerine şuurla hizmet etmeleri hem sevindirici bir gelişme hem de gelecek için umut verici demokratik bir fırsat olarak bir kez daha teyit edilmiştir.
Huzurlarınızda bütün belediye başkanlarımıza teşekkür ediyor, görevlerinde üstün başarılar diliyor, hayırlı ve güzel haberlerini beklediğimi özellikle dile getirmek istiyorum.
Milliyetçi Hareket Partisi ve Cumhur İttifakı Türkiye’nin istikbal aydınlığı, istiklalinin güvenlik kilididir.
Biz 2023 yılının Haziran ayına kadar durmayacağız, durgunluk emaresi dahi göstermeyeceğiz.
Sürekli bir adım önde olmanın gayesi ve gayreti içinde olacağız.
Bir günümüzü boş geçirmeyeceğiz.
Bir günümüzün diğeriyle eşit olmasına göz yummayacağız.
Fitnecilerin tuzaklarına takılmayacağız.
Şairin dediği gibi:
Mehmed’im sevinin, başlar yüksekte!
Ölsek de sevinin, eve dönsek de!
Sanma bu tekerlek kalır tümsekte!
Yarın elbet bizim, elbet bizimdir.
Gün doğmuş, gün batmış ebed bizimdir.
Geçmişin temelleri üzerinde yükselen kutlu bir gelecek ancak ve ancak onu hak edenlerin, ona layık olanların mükâfatıdır.
Bunu bilir, bunu söyler, buna inanırız.
Biz muazzam bir tarihi özümseyerek muhteşem bir geleceğin fecri olmaya, Türkiye’yi ve Türk milletini muasır medeniyetlerin üstüne çıkarmaya Cumhur İttifakı olarak sonuna kadar varız ve buna da kararlıyız.
Değerli Milletvekilleri,
Dünya genelinde barış, huzur, güvenlik ve istikrara duyulan özlem insanlığın haklı beklentisi, ortak hedefidir.
Daha adil, daha eşitlikçi, daha dengeli, daha güvenli, daha hür bir hayat kuşku yok ki her insanın amacıdır.
Ekonomik çalkantılar, sosyal gerilimler, siyasal anlaşmazlıklar, simetrik ve asimetrik çatışmalar huzur ümitlerini sistematik olarak baltalamaktadır.
Terörizmin sancıları, aşırılıkçı ideolojilerin sakatlıkları, donmuş diyalogların ağır sonuçları, başarısız devletlerin savrulmaları, kitlesel ve düzensiz göçlerin neden olduğu çok boyutlu sorunlar artık hiçbir coğrafyayla sınırlı değildir.
Devletlerarası kutuplaşmaların varlığı kadar, devlet altı gurupların, paramiliter örgütlerin, dünyanın farklı bölgelerinde yürütülen hâkimiyet mücadelelerine vekaleten katılan silahlı çetelerin iyice palazlandığı, geniş bir alana yayıldığı bilinen ve yakıcı bir gerçek olarak malumlarınızdır.
Bugünkü dünya tablosunda sayıları 85 milyona ulaşan insan ya sığınmacı ya da mülteci durumuna düşmüş, yurtlarından ve yuvalarından kopmuşlardır.
En son olarak, Rusya-Ukrayna Savaşı nedeniyle Türkiye’ye sığınan Ukraynalı sayısı 60 bini bulmuş, bu sayı diğer ülkelere gidenlerle birlikte 3,5 milyonu geçmiştir.
Silahların konuştuğu yerde maalesef insanlık susmaktadır.
Aynı zamanda savaş demek kıtlık demektir, yokluk demektir, tehdit demektir, mağduriyet demektir.
Elbette haklı bir bahanesi olmayan, meşru bir temele dayanmayan hiçbir savaşın kazananı, kazançlı çıkanı da olmayacaktır.
Neticesi ne olursa olsun, her savaşın kaybedeni insanlıktır, insani değerlerdir.
Rusya ile Ukrayna arasında 34’üncü gününe girilen kriz ve çatışmaların küresel enerji ve emtia fiyat artışlarını nasıl tetiklediği, salgının yaraları henüz sarılmamışken hayat pahalılığını nasıl tırmandırdığı ortadadır.
Rusya dünya doğalgaz rezervlerinin dörtte birine sahiptir ve Avrupa ülkelerinin toplam enerji tüketiminin yüzde 40’nı karşılamaktadır.
Küresel gıda ihracatının neredeyse yüzde 25’i Rusya’nın tekelindedir.
Bu ülke tek başına yılda 44 milyon ton buğday ihraç etmektedir.
Rusya ve Ukrayna hükümetlerinin buğday ihracatını durdurduklarını açıklaması bazı ülkeler için tam bir felaket habercisidir.
Ukrayna savaşı enerji ve gıda güvenliği konusunda herkesin bir yol ayrımında, stratejik bir karar aşamasında olduğuna da işaret etmektedir.
Küresel ticaretin sekteye uğraması, tedarik zincirlerindeki kırılmalar, ekonomik faaliyetlerdeki daralmalar, çatışan taraflardan enerji ve gıda ithalatı yapan ülkeler için beka düzeyinde bir tehdittir.
Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün yaptığı son açıklamalarda, temel gıda emtialarının iki büyük ihracatçısı olan Rusya ile Ukrayna’nın tarımsal faaliyetlerinde muhtemel aksaklıkların dünya genelindeki açlık sorununu kamçılayacağı iddia edilmektedir.
Kaldı ki yaşanan ve karşılaşılan gerçek de budur.
Türkiye’nin üç ana başlık altında acil ve stratejik tedbirler alması milli bir zaruret olarak karşımızdadır.
Birinci stratejik tedbir olarak, gıda güvenliğinin tam ve eksiksiz sağlanması şarttır.
Konuyla ilgili Sayın Cumhurbaşkanımızın hassasiyeti, yaptığı açıklamaları, Tarım ve Orman Bakanlığımızın kayda değer ve önleyici adımları milletimizi rahatlatmaktadır.
Milliyetçi Hareket Partisi, tarım sektörünü Türkiye’nin var oluş mücadelesinin kemer taşı olarak değerlendirmektedir.
Hem doyacağız, hem doyuracağız, hem de kendi kendimize yeten bir ülke olacağız.
Bu nedenle ekilebilir tarım arazilerini genişletmek ve çiftçilerimizi desteklemek zorundayız.
Bizim düşüncemize göre, tarım sektörünün; yüksek verimlilikle ve kaliteli ürün üreten, teknoloji kullanabilen, ülke insanını besleyebilen ve ihracat kapasitesi yüksek, büyümeye sürdürülebilir katkı sağlayan bir yapıya kavuşturulması esastır.
Bu sektör; üretim, işleme ve pazarlama boyutlarıyla bütüncül bir yapıya kavuşturulmalıdır.
Üretici örgütlerinin güçlendirilmesine, tarımsal işletmelerin rekabet güçlerinin arttırılmasına ve pazarlama ağlarının geliştirilmesine ağırlık verilmelidir.
Çiftçilerimize sağlanacak devlet desteği ürünün arz ve talebini dikkate alan, üreticinin yoksulluğunu ortadan kaldıran, refah artışı sağlayan, girdi maliyetlerini azaltan, üretim maliyeti ve ürün fiyatı dengesini gözeten, afetlere karşı koruyan bir anlayışla yapılandırılmalıdır.
Ülkemiz şartlarına uygun yüksek verim ve kalitede tohum, fide, fidan ve damızlık hayvan geliştirilmesi ve üretimi desteklenmeli, dış bağımlılığa son verilmelidir.
Tarımsal ürünlerin çeşitlendirilmesi, verim ve kalitenin yükseltilmesi, yerinde işlenerek katma değer elde edilmesi, istihdam sağlanması, marka olarak pazarlanmasına dayalı temel tarımsal yapılanma oluşturulmalıdır.
Bunun yanında yatırım ve teknolojiyi kırsal alanlara yöneltmek üzere, tarım-sanayi entegrasyonunun sağlandığı kırsal cazibe birimleri olan “Tarım Kentleri” kurulmalıdır.
Ülkemizde gıda güvenliği ve güvenilirliği çağdaş normlara, herkesi kapsayacak ve koruyacak seviyelere ulaştırılmalıdır.
Bizim bu alanlarda yapılacak her girişime desteğimiz tamdır.
İkinci stratejik tedbir olarak, enerji arz güvenliğinin temin ve takviye edilmesidir.
İleri teknoloji kullanılarak yeni ve yenilenebilir enerji kaynaklarından yararlanma vasıtasıyla, Türkiye enerji bağımlılığından kurtulacağı gibi uluslararası enerji piyasasının belirleyici aktörlerinden birisi haline gelmesi mümkündür.
Bizim enerji politikamızın temel amacı şudur:
Enerji dış bağımlılığının azaltılarak, güvenli enerji kaynaklarının oluşturulması, yerli enerji kaynaklarının verimli kullanılması, nükleer başta olmak üzere yeni enerji teknolojilerini üretecek yetkinliğe ulaşılması, enerjide çeşitlilik ve kaynak güvenliği sağlanması, enerji sıkıntısı yaratacak risklerin önlenmesi ile ülkemizin kurulu gücünün enerji talebini karşılayabilecek duruma getirilmesidir.
İsrail ile kurulan temaslar, bu ülkenin doğalgazının Avrupa’ya taşınmasıyla ilgili karşılıklı ve geliştirici işbirliği kanallarının açılması Türkiye’nin enerji konusundaki dezavantajlı pozisyonunu telafi edecek hamlelerden birisi olarak dikkat çekmektedir.
Karadeniz’de keşfedilen 540 milyar metreküplük doğalgaz kaynağı, Doğu Akdeniz’de bulunacak yüksek rezerv miktarı ülkemizin elini ve enerji siyasetini elbette güçlendirecektir.
Bizim enerjimiz, bizim ekmeğimiz, şayet doğru ve yerinde kullanmasını bilirsek, önümüze çıkarılan sanal engelleri aşma becerisi gösterirsek kesinlikle yetecektir.
Türkiye hiç kimseye el açacak, ona buna minnet edecek bir ülke değildir.
Anadolu coğrafyası binlerce yıldır bereketin diyarıdır.
Türkiye tahıl ambarıdır.
İnancımız ve itikadımız gereğince diyorum ki, Allah rızkımızın kefilidir.
Milli seferberlik ruhuyla, eşsiz bir dayanışma şuuruyla enerji ve tarım sektörünü çembere alan stratejik tehditlerin önüne geçilmesi, bu kapsamda güvenliğin temin edilmesi siyasi sorumluluk sahibi herkesin müşterek görevi, tarihe ve millete karşı da manevi mükellefiyetidir.
Üçüncü stratejik tedbir olarak, özellikle bazı mal ve hizmetlerin, yine bir kısım gıda ve diğer ürünlerin fiyatlarında görülen hormonlu artışlara karşı caydırıcı ve etkili önlemlerin sürdürülebilir mahiyette alınmasıdır.
Ayçiçek yağından sonra şeker fiyatlarında yaşanan tırmanışların gerçekçi bir temeli olmadığı gibi, piyasa şartlarının esasını da yansıtmadığı açıktır.
Şekerin kilogram fiyatının iki hafta içinde 7 liradan 19 liraya çıkması ve bunun da siyasileştirilip istismar edilmesi pis bir kumpasın, bayat bir ekonomik operasyonun dış bağlantıyla servis edilmesinden başka bir şey değildir.
Ülkemizde yeterli şeker olmasına rağmen, önümüzdeki dönemde fiyat artış beklentisi, bu beklentinin şiddetle körüklenmesi, şeker stoklayan fırsatçıların gözünü hırs bürümesi birden bire şekeri tartışma konusu haline getirmiştir.
Türkiye’nin yıllık şeker ihtiyacı 2,7 milyon tondur.
Şu anda şeker eksiği değil, fazlası mevcuttur.
Telaşa ve paniğe hiç gerek yoktur.
Ancak stokçulardan, karaborsadan nemalanan, dini imanı para olan çıkarcılardan da mutlaka hesap sorulmalı, bunların yırtık yakalarından tutulmalıdır.
Bizim önerimiz, Türk-Şeker’in fiyatları maliyetlere göre yeniden belirlemesi, pancar ekim kotasının aşamalı şekilde kaldırılmasıdır.
Esasen mesele ne ayçiçek ne de şekerdeki fiyat artışlarıdır.
Dün domates, soğan, patates, patlıcan diyerek ortalığı karıştırmaya çalışanlar, bugün farklı ürünlere bel bağlamışlar, kendilerine alçakça ve kurnazca bir fırsat kapısı açmaya yeltenmişlerdir.
Anlaşılan 2023’e kadar bu karanlık kampanya hız kesmeyecek, farklı boyut ve içeriklere bürünerek gıda güvenliğimizi ve sosyal bünyemizi tehdide devam edecektir.
Ekonomik gerçeklerden uzak fiyat artışlarını siyasal itiraza dönüştürüp toplumsal kargaşaya yatırım yapanların kalbi taşlamış, Türkiye sevgileri buharlaşmıştır.
Bunlar firavun siyasetinin figüranlarıdır.
Bunlar Türkiye’nin karşısında dizilen husumet ve huşunet aktörleridir.
Enflasyonun ve bunun sonucu olan hayat pahalılığın geldiği noktadan doğal olarak biz de rahatsızız, biz de müştekiyiz.
Fakat zillete düşüp fiyat artışlarından siyasi propaganda konusu çıkarmaya heves edenleri de asla iyi niyetli göremeyiz, görmeyeceğiz.
Devletimiz ve hükümetimiz tüm meselelere hakimdir.
Türkiye’nin altını oymaya, toplumsal barışını bozmaya, huzur ve istikrarını sabote etmeye kalkışan zillet korosunu açık açık uyarıyorum, ateş olsanız cürmünüz kadar yer yakarsınız, bununla kalmaz kendinizi de ateşe vermiş olursunuz.
Kışkırttığınız, gölgesinde yattığınız, ömür bağladığınız yalan ve dedikodular ters tepecek, alayınızı birden rezil edecektir.
Türkiye’nin 2023 iradesine, geleceğe yön verme, dünyada imrenilecek bir seviyeye ulaşma iddiasına değil zillet ittifakı, onların ve arkalarındaki güçlerin yedi ceddi gelse yine de engel olmayacaktır.
Muhterem Arkadaşlarım,
Rusya ile Ukrayna arasındaki savaşın neden olduğu yıkım ve yüksek tansiyon sadece mahut bir bölgeyle sınırlı kalmamış, tesirini pek çok ülkede az ya da çok hissettirmiştir.
Türkiye, iki ülke arasında barışın savunucusu, anlaşmanın ve uzlaşmanın arabulucusu olarak tarihi bir rol üstlenmiştir.
Bir yanda Putin, diğer yanda Zelenski’nin ülkemizin tutumuna, sürdürdüğü diplomatik performansa güven duyduğu anlaşılmaktadır.
Sayın Cumhurbaşkanımızın Rusya Devlet Başkanı Putin ile en son telefon görüşmesinde, iki ülke müzakere heyetlerinin bir sonraki toplantısının İstanbul’da yapılması hususunda görüş birliğine varılmıştır.
Ukrayna da bu gelişmeye sıcak yaklaşmıştır.
Kremlin Sözcüsü ise, Rusya ve Ukrayna arasındaki barış görüşmelerinin bugünden itibaren başlayabileceğini açıklamıştır.
Bu tarihi nitelikli görüşmenin şu sıralar Cumhurbaşkanlığı Dolmabahçe Çalışma Ofisi’nde başlayacağı anlaşılmaktadır.
10 Mart Antalya zirvesinden sonra, ateşkes ve barış arayışlarının İstanbul’da yeni başta ele alınacak olması bizleri ihtiyatlı bir yaklaşım içinde umutlandırmış, Türkiye’nin dengeli, tutarlı ve tarafsız politikalarıyla güvenilir bir ülke olduğunu tescillemiştir.
Dileğimiz ve temennimiz Putin ile Zelenski’nin yüz yüze görüşmelerini en kısa zamanda İstanbul’da yapması, savaşı barışla düğümlemeleridir.
İnanıyorum ki, dünyanın beklediği çözüme bir adım daha yaklaşılmıştır.
Türkiye hakem ülke olarak kalıcı barışın hadimi olduğunu bir kez daha ispat etmiştir.
Biz çatışmaların son bulmasını, statükonun yeni baştan ele alınmasını, ateşkes rejiminin acilen tesisini arzuluyoruz.
Ne ibret verici bir çelişkidir ki, geçmişte orak çekiç flamasını sallayan, Rusya yanlısı olarak mangalda kül bırakmayan gedikli Marksist-Leninist ve Sosyalistler bugün bir numaralı Amerikancı kesilmişledir.
Rusya’nın karşısında Batı’nın sözcülüğünü yapanlar hastalıklı sömürge kalıntıları olduklarını acıklı şekilde göstermişlerdir.
İstanbul Dolmabahçe rıhtımına demirleyen ABD’nin 6’ıncı filosuna 17 Temmuz 1968’de saldıranlar ve onların izinden yürüyenler, geldiğimiz bu aşamada utanmadan, sıkılmadan, hiçbir mahcubiyet duymadan o filonun tayfası, kurşun askeri haline gelmişlerdir.
Bunların dünü mü doğruydu? Yoksa bugün yaptıkları mı doğrudur?
Bu Komünist tertipçilerin kimin hesabına kiralandığı artık nettir.
Bize göre bu namertlerin dünü de yanlıştı, bugünü de yanlıştır.
Yeri gelir Rusya yanlısı, yeri gelir ABD taraftarı olurlar, ancak Türkiye’yi ve Türk milletini hayatta ağızlarına alamazlar, almaya da efendileri izin vermez.
Batının ve batılın içimize yuvalanmış misyonerleri küresel emperyalizmin gönüllü tetikçisi, küresel cinayet ve ihanet planlarının da görevli takipçileridir.
Türkiye nerede duruyorsa, bunlar karşısında yer alır.
Türkiye ne yapıyorsa, bunlar kara çalmak için hazır kıta bekler.
Biden devşirmelerinin, emperyalizm kuklalarının, Sosyalist maskeli taşeron şarlatanların ülkemize yönelik kurulmuş tuzak, yönlendirilmiş beşinci kol faaliyeti olduğunu artık hiç kimse yok sayamaz, olmaz öyle şey diyemez.
İşte CHP bunların topal siyaset ayağıdır.
Zilletin diğer ortakları bunların motivasyon ve moral aşısıdır.
Muhtaç olduğumuz kudret damarlarımızdaki asil kanda mevcutken, başka yerlerde, başka başkentlerde, zulüm projelerinin kanlı sayfalarında ikbal ve kudret arayanlar iki dünyalarını da kaybetmiş sefillerdir.
Zillet ittifakının Rusya ile Ukrayna arasındaki savaşta, ABD’nin başını çektiği batı bloğuna aleni yandaşlık ve kandaşlık yapması siyasi bir tercihten daha çok sırf göze girmek, ruhsat almak, taltif beklemek üzerine şekillenmiş küstah ve köhne bir sapmadır.
Bunlara gelin Türkiye’nin hak ve çıkarlarını anlatın, savunun derseniz, önce çıkarlarına, öncelikle neyi kazanıp neyi kaybedeceklerine bakarlar, ona göre siyasi konumlarını belirlerler.
Sorarım sizlere, vatan ve millete yan bakanlara, surat asanlara, el kaldıranlara sessiz ve seyirci kalmak, onlarla işbirliği kurmak şerefli ve onurlu bir davranış mıdır?
Asla unutmayınız ki, şerefimiz kadar insanız, onurumuz kadar da ülkemize ve milletimize hizmetle yükümlüyüz.
Biz, hiç kimsenin milletine ve milliyetine bakmadan, derisinin rengine ve anasının diline odaklanmadan, ilkelerimiz ne diyorsa, inancımız neyi buyuruyorsa, Türkiye’nin tarihi ve egemenlik hakları ne gerektiriyorsa düşünce ve siyasetimizi ona göre belirliyor, ona uygun hareket ediyoruz.
Hatırlarsanız Biden başkan olmadan önce, Türkiye’deki muhalefet bloğuna destek verilmesinden, iktidarı da değiştirip Cumhurbaşkanı’nı devirmekten bahsetmişti.
Bu düşmanlık saçan ağzın demokrasiyi telaffuz etmesine, otokrat rejimlerden şikayet etmesine kim inanacak, kimler aldanacak?
Aynı ton ve içerikteki bir konuşmayı Polonya’nın başkenti Varşova’da yapmadı mı? Bu defa da Putin’i hedef tahtasına koymadı mı?
Biden, Rusya’nın Ukrayna saldırısının demokrasiyi boğazladığını iddia etmekle kalmadı, Rusya’da bir rejim değişikliği olması gerektiğine vurgu yaparak, kendi dışişleri bakanı tekzip etse de Putin’in iktidardan bile uzaklaştırılmasını söyledi.
Bizim için Putin’in iktidarda kalıp kalmaması evvelemirde Rus halkının bileceği bir konudur ve Rusya’nın kendi iç meselesidir.
Ancak Biden hem hukuktan, hem demokrasiden, hem özgürlükten söz açıp da, ülkelerin rejim ve siyasi yönetimlerinin değişmesini ne hakla, hangi yetkiyle isteyebilmektedir?
Dün Türkiye’yi hedef alan Biden’ın bugünkü hedef ülkesi Rusya’dır.
Bu şaibeli zihniyet, Ukrayna’da masum çocukların ve insanların ölümüne karşı çıkarken, Afganistan’da, Irak’ta, Suriye’de, Bosna’da, Yemen’de milyonlarca kadın, yaşlı, yetişkin ve çocuğun ölmesine geçmişte niye itiraz edemedi, neden sesini yükseltemedi?
Geçtiğimiz günlerde hayatını kaybeden ABD’nin eski dışişleri bakanının, üstelik bir kadın politikacının, Irak işgalinin bu ülkedeki 500 bin çocuğun ölümüne değdiğini itiraf etmesi nasıl bir vicdansızlık, nasıl bir vandallık, nasıl bir günahkarlıktır?
Okyanusun karşı kıyısından bakılınca, Türk ve Müslüman çocuklarının ölümü sıradan bir vaka olarak mı görülüyor? Bu körpe yavrular önemsiz, üzerinde durulması gereksiz bir ayrıntı halinde mi değerlendiriliyor?
Haksızlığa tepki vermezsek, ilk önce haysiyetimizi, sonra da hürriyetimizi kaybetmemiz mutlaktır.
Biz hiçbir ülkenin kategorik olarak yanında veya karşısında değiliz, olamayız, olmamalıyız.
Geçen hafta toplanan NATO Olağanüstü Liderler Zirvesi’nin sonuç bildirgesi, açıklanan görüş ve politikalar sadra şifa oldu mu?
Gelecek için güvence verdi mi?
Yapılan yorumlara baktığımızda gözümüze çarpan ilk iddia, bu zirvenin ittifakın yakın tarihinde benzeri görülmemiş bir kararlılık ve dayanışma gösterisine sahne olduğudur.
Aslında sonuç bildirgesinde beyhude vaatlerden başka dişe dokunur hiçbir şey yoktur.
Rusya’yı mümkün olan en sert ifadelerle kınadığını açıklayan NATO, Ukrayna’ya yardımın süreceğini; Macaristan, Slovakya, Romanya ve Bulgaristan’a ilave muharip birliklerin yerleştirileceğini dünya kamuoyuna duyurmuştur.
NATO zirve bildirisinde saldırganlıkla suçlanan Rusya tam üç kez ayrı ayrı kınanmıştır.
Bu ülke, önce “Ukrayna’yı işgali nedeniyle mümkün olan en kuvvetli şekilde”, daha sonra “kadınlar, çocuklar ve korunmasız durumda olan insanlar da dahil olmak üzere sivilleri hedef alan yıkıcı saldırılardan” dolayı, son olarak da “nükleer santralları tehlikeye düşürecek şekilde sivil altyapıya dönük saldırılar” nedeniyle ayrı ayrı kınanmıştır.
Bugüne kadar kınama mesajlarından başka ne yapılmıştır?
Rusya-Ukrayna savaşının devamını isteyen güç merkezleri bellidir, hepsi bilinmektedir.
ABD bu savaştan rahatsız değildir, bilakis uzamasından ve şiddet dozunun arttırılmasından yanadır.
Zira stratejik çıkarlarına ve küresel hedeflerine uygun olan budur.
Kıyılarımıza kadar yüzen serseri mayınların kimlerin tezgahı olduğu, İğne Ada’ya kadar nasıl geldiği, Türkiye’nin başına nasıl bir çorap örülmek istendiği işin özünde muamma değildir.
Geçmişin tecrübeleri göz önüne alınarak çok dikkatli, temkinli ve uyanık olmak hayati derecede mühimdir.
Yine bu savaş çerçevesinde, zayıflayan NATO ve Transatlantik bağlar yeniden güç toplamıştır.
Kanlı savaş NATO’ya yeni bir ruh katmış, kurumsal işleyişini güçlendirmiş, öldüğü söylenen beyin yeniden çalışmaya başlamıştır.
Yani ABD’nin başını çektiği NATO Rusya ile Ukrayna arasındaki şiddet ve dehşet rekabetinden kazançlı çıkmıştır.
Zaman zaman NATO’nun genel tutumuyla ters düşen Almanya hükümeti ise Rusya ile enerji ticaretinin tamamen durdurulmasının mümkün olmadığını ileri sürerek uygulanan yaptırımları kırmıştır.
Sevsek de sevmesek de, beğensek de beğenmesek de, Türkiye NATO üyesi bir ülkedir.
Aynı zamanda ve ne yazık ki, bizzat ittifak ortaklarının yaptırımına muhatap kalan da bir NATO ülkesidir.
Buna rağmen takip edilen politikalar milletimizin arzu ve beklentilerine uygun olup, Türkiye hiçbir ittifakın, hiçbir ülkenin kule nöbetçisi, sınır devriyesi, cephe ülkesi, gözü kapalı silahşoru değildir, olmayacaktır.
Biz ne Rusya’dan ne de Ukrayna’dan taviz veremeyiz.
Birisini diğerine tercih edemeyiz.
Başkent Ankara’nın tarihi vizyonuyla hareket eder, barışın, huzurun, kalıcı çözümün müdafaasını ahlak ve akıl dolu bir siyasetle, egemenlik haklarımıza halel gelmeden yaparız, bunun da hayırlı sonuçlarını Allah’ın izniyle alırız.
Değerli Milletvekilleri,
Zillet ittifakı partileri gündemin gerisinde kalmanın zannediyorum telaşına kapılmış olacaklardır ki, yeni bir toplantıyla günü kurtarmanın peşine düşmüşlerdir.
İkinci 28 Şubat bildirisinin toz bulutu içinde zillet ittifakı Türk polisine işkenceci diyen devasız ve edepsiz zihniyetin ev sahipliğinde, ama bu defa Atatürk posterinin duvara asıldığı bir odada, yine yuvarlak masa etrafında bir araya gelmişledir.
Daha önceki toplantılarını 6+1 formatında yapan bu partiler, şimdi Kuytulcuları da alarak sayıyı 6+2’ye çıkarmışlardır.
Masa altına saklanan sabıkalı ve suçlu sayısı böylelikle ikiye ulaşmıştır.
Bu ittifakın adı zillet olduğu kadar aynı zamanda Kuytul ittifakı olarak hafızalara kazınmıştır.
Gönül ister ki, dürüst olsunlar, mert olsunlar, HDP ile Kuytul’u da yanlarına alarak yuvarlak masanın çapını genişletsinler.
Ne var ki yapamazlar, yapmaya yürekleri yetmez.
Altı siyasi partinin ortak imzasıyla yayımlanan bildiride yine hiçbir şey yoktur.
Kılıçdaroğlu, “altımız da birbirimize benziyoruz”, derken, Allah var ya doğru bir noktaya temas etmiştir.
Bizim de dediğimiz aynısıdır.
Ancak yedekte bekleyen, masa altında sıkışıp kalan siyasi bölücülerle münafık soytarı Kuytulu da ihmal etmemesi tavsiye ve temennimizdir.
Zillet ittifakı partilerinin ortak açıklaması evlere şenlik, trajikomiktir.
Altına imza attıkları metnin bir akıl tutulmasına, vahim bir çarpıklığa ve baştan ayağa tutarsızlığa çanak tuttuğu hakikaten belgelenmiştir.
Dünya, Türkiye’nin dış politikadaki stratejik ve mukayeseli yükselişini konuşuyorken, bu zillet ittifakı anlaşılan gelişmeleri tribünden izlemekten, gerçekleri itiraf ve ifadeden aciz ve mahrum kalmıştır.
Rusya ile Ukrayna arasındaki krizin, akılcı, tutarlı ve ülkemizin orta ve uzun vadeli stratejik menfaatlerini dikkate alan bir dış politikanın önemini bir kere daha gösterdiğini iddia etmişler ve yüz kızartıcı bir yanlışın faili olmuşlardır.
Bunlar hacıyatmaz gibi, düşüp düşüp kalkıyorlar.
Ne dediklerini kendileri de bilmiyorlar.
Derslerine çalışmıyorlar, densizliklerine aldırmıyorlar.
Altı partinin ortak açıklamasında yer bulan bu saçma sapan değerlendirmeye karşı biz de diyoruz ki, hepinize geçmiş olsun, bu yakalandığınız illet hastalık gözünüzü perdelediği gibi, vicdanınızı da pençelemiştir.
Yazık size, ayıp size, Türkiye’ye bu kadar mı yabancısınız?
Bu zilletin kendine hayrı yoktur, ülkemize hayrı nasıl dokunacaktır?
Bunların cüretleri cehaletlerinin eseridir.
Kemal Kılçdaroğlu, sözde darbe davalarının sanıklarını tekrar yargılamaktan bahseden selamsız Babacan’ın yüzüne nasıl bakabilmiştir?
Buna karşılık cevabı ne olmuştur?
Sayın Kılıçdaroğlu, “burunlarından fitil fitil getireceğiz” haykırışını, bu selamsızın gözünün içine baka baka söyle de sözünün arkasında mısın değil misin öğrenelim.
Haydi yap da görelim. Yüreğin varsa konuş da gerçek düşünceni bilelim.
Birbirlerinin kuyusunu kazan bu ittifakın Türkiye’nin geleceğinde bırakınız söz sahibi olmasını, bunun konuşulması dahi akla ve mantığa bühtandır.
Türk milleti bunlara müsaade etmeyecek, 2023 yılının Haziran ayında sandığa gömecektir.
Değerli Milletvekilleri,
Başı rahmet, ortası mağfiret, sonu ise cehennem azabından kurtuluş olan Ramazan, üç ayların sonuncusu, onbir ayın sultanıdır.
Bu hafta sonu müşerref olacağımız bu kutlu ay inananlar için bereket ve bolluk vahası; sabır, merhamet, hoşgörü ve paylaşma mevsimidir.
Aynı zamanda ve daha önemlisi, doğru yolun, hak ile batılı birbirinden ayırmanın açık ve parlak bir delili olan yüce kitabımız Kuran-ı Kerim’in indirildiği aydır.
Bu ay içinde muhtaç ve yoksul kardeşlerimiz hatırlanmalı, geliri ve imkanı yerinde olan insanlarımız gösterişe düşmeden bu kardeşlerimize yardım ellerini uzatmalıdır.
Bilhassa ekonomik durumu elverişli vatandaşlarımızın, temel gıda ürünlerine erişme zorluğu çeken kardeşlerimize, marketlerden alışverişlerini yapabilmeleri için belirli bir parasal tutarı ihtiva eden “Dayanışma ve Kardeşlik Kartı”nı ulaştırmaları Ramazan ayının mana ve ruhuna müzahir bir davranış olacaktır.
Nitekim bu kutlu ay yardımlaşma ve paylaşma ayıdır.
Bu manevi sorumluluğu yerine getirmek de hepimizin görevidir.
İnsanlığın maruz kaldığı belaların dallanıp budaklandığı bir dönemde, nefis terbiyesine, kalp temizliğine, vicdan tefekkürüne, huzur tecellisine çok ihtiyacımız vardır.
Bu ihtiyaç hali her geçen gün daha da önem kazanmaktadır.
Maalesef insanlık tehlikeli bir girdabın ortasında, çözümü gittikçe karmaşıklaşan girift bir bulmacanın odak noktasındadır.
Açlık, yokluk, yoksulluk, yolsuzluk, terör kıtalara ambargo koyarken; ilkel dürtüler, ilkesiz yönetimler, iradesiz yöneticiler, itibarsız zihniyetler ne yazık ki beşeriyetin susadığı barış, refah ve huzur ufkunu da kapatmaktadır.
Ramazan ayında sabır ve sükûnet içinde orucumuzu tutup ibadetimizi yaparken, manevi muhasebeyi, insanlığın hal ve gidişatını mutlaka gözden ve gönülden geçirmeliyiz.
Bilinmelidir ki, hayallerimizin sınırı yoktur.
Ülkülerimizin eşi ve emsali yoktur.
Duymayan kulaklara, görmeyen gözlere, mühürlenmiş kalplere tekraren hatırlatırım ki: Biz Türk milletiyiz, biz Türkiye’yiz, biz bin yıllık kardeşliğin bakiyesiyiz, binlerce yıllık Türk tarihinin vicdanıyız.
Ramazan ayımızın nice manevi güzelliklere vesile olmasını, mükâfatını yalnızca Allah’tan beklediğimiz oruç ibadetimizin kabulünü içtenlikle niyaz ediyorum.
Aziz milletimizin, Türk-İslam dünyasının ve siz değerli arkadaşlarımın Ramazan-ı Şerif-i şimdiden mübarek olsun diyorum.
Bu kutlu ayın milli diriliş ve manevi toparlanmanın yanında müstahkem bir uyanışın habercisi olmasını temenni ediyorum.
Bu duygu ve düşüncelerle sözlerime son verirken, hepinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyor, başarılarla dolu bir hafta geçirmenizi diliyorum.
Sağ olun, var olun, Cenab-ı Allah’a emanet olun.
Bir yanıt bırakın