Türk devletinin ekmeğini yiyip havasını soluyan, hazinesinden geçinip imkânlarından yararlanan, sonra da dönüp bu devletin varlığına diş bileyen, nifak saçan, suikast düzenleyen teröristlere güzellemeler yapan siyasi terör safralarının yakasından tutmak millet vekaletinin iffetini taşıyan her muhterem milletvekili için namus meselesidir.
Bebek katiline sayın diyen milletvekilleri istemiyoruz.
Teröriste gerilla diyen milletvekillerine katlanamıyoruz.
Sırtını PKK’ya, YPG’ye dayayan, terörist cenazelerine katılan, icazeti Kandil ve İmralı’dan alan hainlere milletvekilliği haramdır görüşündeyiz.
Yeter artık, sabır taşı çatladı, bıçak kemiğe dayandı.
Bu mesele var oluş yok oluş meselesidir.
İp inceldiği kadar incelmiştir, kopacağı varsa zaten kopacaktır.
Gözümüzün içine baka baka hala provokasyonlarını devam ettiren mazbatalı teröristlerin bulundukları mekan; dualarla, Kuran-ı Kerim tilavetleriyle, kurbanlarla ve bir Cuma günü açılan Gazi Meclis olamaz, olmamalıdır.
Ordular kurup ordular yöneten, Milli Mücadele’den yüz akıyla çıkıp Cumhuriyet’i ilan eden bu kutlu çatı altında düşmana methiyeler düzen suçluların ne işi vardır?
Gara’da, savunmasız evlatlarımızın kafalarına kurşun sıkan şerefsizlere sempati besleyenlerle, tasmaları Kandil tarafından tutulan günahkar müptezellerle aynı yerde nasıl bulunacağız?
Hak mıdır bu? Reva mıdır bu? Adalet midir bu?
…
…
…
Genel Başkanımız Sayın Devlet BAHÇELİ’nin, TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma
Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,
Medyamızın Değerli Temsilcileri,
Bu haftaki Meclis Grup Toplantımızın başında hepinizi en iyi dileklerimle selamlıyor, başarılarla dolu bir hafta geçirmenizi temenni ediyorum.
Yurdumun her köşesinde yaşayan aziz vatandaşlarımıza, Türk ve İslam coğrafyalarında birlik ve dirlik mücadelesiyle hayatlarını sürdüren kardeşlerimize sevgi ve şükranlarımı sunuyorum.
Türk milleti tarih boyunca bastığı topraklara silinmez şehadet çizgileri çekmiş; bu suretle aşılmaz ruh kalesi, yıkılmaz inanç cephesi tesis etmiştir.
“Ölürsem şehit, kalırsam gazi” diyen bir milletin mukavemetini kıracak, muradını kırpacak, muvaffakiyetini kısıtlayacak bir kuvvet dünya üzerinde henüz görülmemiş ve tezahür etmemiştir.
Etmesini beklemek ise boş bir gayret, boşuna bir emektir.
Bu vatan, inanmış vicdanların şükür duası, toplu çarpan yüreklerin maddi nimeti, manevi ihtişamadır.
Hz.Mevlana’nın semalarımızda uçuşan manevi muhafızlarımızı takdim ve tarif eden şu sözleri ziyadesiyle kayda değerdir.
Diyor ki: “Görünüşte şehit olmuş amma gayb âleminde diri; düşmanın gözünde tutsak, hâlbuki kendi âleminde padişahlar padişahı.”
Tarihi varlığımızı birilerinin lütfuna borçlu değiliz.
Bağımsızlığımızı birilerinin sponsorluğuyla kazanmış değiliz.
Bu coğrafyayı çekilişten kazanmadık, bonus diye almadık.
Kan verdik, can verdik, bu topraklara vatan dedik.
Baş verdik, ömür verdik, bu vatana Türk dedik.
Her karışını şühedanın damla damla dökülen kanlarıyla bereketlendirdik.
Kör bir taassup ve köhne bir tahammülsüzlükle üzerimizde hesap yapanların ışık diye ateşe koştuklarını, eninde sonunda cayır cayır yandıklarını gördük. Ve de inşallah yine göreceğiz.
Neyiniz var diye soranlara, onlarda bulunmayan, hiç tanımadıkları şeref, onur, namus ve iman değerleriyle cevap verdik.
Hayatın ve hadiselerin akış güzergâhını Merhum Cemil Meriç’in ifadesiyle söylersek, dünü yarına bağlayan milli şuurla kavramak zorundayız.
Geçmişe baktığımızda, felaketlerin tuzağından bu sayede çıktığımız, musibetlerin tutsaklığından bu yolla sıyrıldığımız hemen fark edilecektir.
Şuur varsa akıl vardır, fikir vardır, çare vardır, azim vardır, atılgan ve çevik bir irade vardır.
Yeri geldi işgallerle, yeri geldi işbirlikçilerle, yeri geldi envai çeşit ihanetle mücadele ede ede milli birliğimizi ve milli bekamızı muhafaza ettik.
Dün yedi düvel sahillerimize üşüşmüş, vatan topraklarına kudurmuş gibi saldırmıştı.
Bugün de aynı müstevli ve mundar emeller bu kez maşaları vasıtasıyla, kiralık tetikçileriyle karşımızdadır.
Türk milleti tarihi düşmanlarının bitmek ve kesilmek bilmeyen tahrik ve tasallut kampanyasına maruzdur.
Bu tehdidi ciddiye almayan, bölücülük sorununu örtbas etmeye kalkışan, terörün konuşulmasına karşı çıkan, beka mücadelesini küçümseyen kim varsa en az eli silahlı bir terörist kadar adidir, alçaktır.
Özellikle ifade etmeliyim ki, hıyanetle haysiyet arasında, terörle huzur ayrımında ikinci bir seçenek, tarafsız bir alan veya ara bir durak yoktur.
Terörü hilesiz veya hilafsız kınayamayan, kurduğu cümlelere amaları, fakatları el yapımı patlayıcı gibi konuşlandıran, zevahiri kurtarabilmek amacıyla kanlı örgütün adını anmaktan bile imtina edenler sadece korkak değil, sadece kokuşmuş değil, aynı zamanda terörün irili ufaklı koçbaşlarıdır.
Kitabın ortasından konuşacak olursak, bu koçbaşları esas itibariyle Türk milletine ve Türkiye’ye ait olan her değere mesafeli, her emanete hazımsızdır.
Bunların hüviyetini biliyoruz, hesaplaşacağımız günleri de sayıyoruz.
10 Şubat 2021 tarihinde Irak’ın kuzeyinde bulunan Gara Bölgesi’ne yapılan Pençe Kartal-2 Harekatı geçtiğimiz Cumartesi günü tamamlanmıştır.
PKK/KCK ve diğer terör örgüt mensuplarını etkisiz hale getirmek, sınır güvenliğimizi emniyete almak, teröristler tarafından kaçırılan vatandaşlarımız ile ilgili istihbarı bilgileri teyit etmekle birlikte gerekli müdahalede bulunmak maksadıyla Gara Harekatı planlanmıştır.
Yapılan açıklamalardan çıkan sonuç da budur.
Harekat süresince teröristlere ait barınak, sığınak ve mühimmat deposu ile sözde karargah olarak kullanılan pek çok yer tahrip edilmiştir.
Aynı şekilde çok sayıda terörist ihanetlerinin bedelini canlarıyla ödemiştir.
Uluslararası hukuktan doğan meşru haklarımız sonuna kadar kullanılmıştır.
Dileğimiz teröristlerin peşinin bırakılmaması, döktükleri kanların hesabının damla damla şerefsiz varlıklarından sorulmasıdır.
Kandil’e bir şafak vakti Türk’ün şanlı bayrağı dikilmeli, terör elebaşları mağaralarına gömülmelidir.
Mahmur’da kurulu bulunan terör kampları yakılıp yıkılmalıdır.
Ayrıca PKK’nın Irak-Suriye arasında irtibat ve intikal sahalarından birisi olan Sincar’ın kısa süre içinde yerle bir edilmesi, özellikle örgütün nefes aldığı ve kontrolünde tuttuğu Peşhabur sınır kapısının da temizlenmesi artık hayat memat konusudur.
PKK köşeye sıkışmış, kaçış ve kurtuluş şansı önemli oranda azalmıştır.
Örgüt can çekiştikçe, sonu göründükçe, yurt içinde ve yurt dışında zora girdikçe hiçbir canlının yapamayacağı iğrençliklere tevessül etmeye başlamıştır.
Gara Harekatı’nda bizleri derinden üzen şehadetler yaşanmıştır.
Millet ve vatan bu kahraman şehitlerimize minnettardır.
11 Şubat 2021 tarihinde, teröristlerle girilen sıcak bir çatışma sırasında Yüzbaşı Ertuğ Güler, Yüzbaşı Burak Coşkun ve Astsubay Kıdemli Başçavuş Harun Turhan şehit düştüler.
Aziz şehitlerimizin al bayrağa sarılı naaşları Ankara’da dualar eşliğinde vatan toprağına emanet edildi.
Acımız ve kaybımız bu kahramanlarla sınırlı kalmadı.
Aldığımız bir başka kara haber milli yürekleri adeta kasıp kavurdu.
Farklı tarihlerde PKK terör örgütü tarafından kaçırılan 13 vatandaşımız, 13 masum insanımız, 13 kahraman kardeşimiz bir mağara deliğinde baş bölgelerine yakın mesafeden ateş edilmek suretiyle şehit edildiler.
Erhan Pekçetin, Aydın Günel, Sedat Yabalak, Vedat Kaya, Semih Özbey, Hüseyin Sarı, Mevlüt Kahveci, Sedat Vardar, Ümit Gıcır, Adil Kavaklı, Müslüm Altuntaş, Sedat Sorgun, Süleyman Sungur düşman tarafından bir mağarada katledildiler.
Bu katliam yeryüzünde çok nadir görülen bir canavarlık örneğidir.
Bir mıh gibi çakıldığı mili hafızadan asla çıkmayacaktır.
Suçsuz günahsız, üstelik savunmasız insanlarımıza kurşun sıkmak terörizmin tahammülü ve tarifi olmayan ilkel yüzünü tekraren deşifre etmiştir.
Ey şereften ve namustan bihaber hainler, bu kadar mı alçaldınız? Bu kadar mı insanlıkla aranızı açtınız?
PKK/YPG’ye kol kanat geren sözde insan hakları savunucuları, özgürlük simsarları şimdi ne diyeceksiniz? Ne yazacaksınız? Neyi anlatacaksınız? Bu cinayetleri nasıl tevil edeceksiniz?
Gara’da akan kan alayınızı boğacak, biliyor musunuz?
O mağaradaki feryat figan sesleri alayınızı hüsrana uğratacak, farkında mısınız?
Bundan sonra terörle mücadele stratejisi bakımından Gara öncesiyle Gara sonrası inanıyorum ki aynı olmayacaktır.
Bu sefer ateş yalnızca düştüğü yeri yakmayacak, PKK’nın yanında yöresinde saf tutan kim varsa çembere alıp tepeden tırnağa tutuşturacaktır.
Türk milletinin izzet-i nefsiyle oynamaya cüret etmenin bedeli, masum evlatlarımızın hayatlarına kast etmenin ağır sonucu silahlı eşkıyaya, şehirlere tutunmuş yandaşlarına, elbet siyasi ortakçılarına felaket olarak yansıyacaktır.
PKK terör örgütü ya silahlarıyla birlikte ve son teröristine kadar güvenlik güçlerine teslim olup Türk adaleti önünde hesap verecektir, ya da azdan az çoktan çok gidecek, hainlerin kafaları kopartılacaktır.
O meşum mağarada aslında Türk milletinin tamamına ateş açılmıştır.
Kurşunlar hepimize isabet etmiştir.
Biz göreceğimizi gördük, çekeceğimiz çileyi çektik.
Acılara dayandık, sıramızı savdık.
Bundan böyle gerisini bölücüler, yardım ve yataklık yapan işbirlikçiler, eli ve vicdanı kanlı teröristler düşünmelidir.
Herkes kulağını açsın ve bizim kim olduğumuzu dinlesin:
Şahikalar üstünde meydan okur bu erler,
Yaklaşacak düşmana mezar olur bu yerler,
Bağlayamaz bir kuvvet bu kasırga milleti,
Tarihlere sorun ki bize “Ölmez Türk” derler.
Şehitler ölmez vatan bölünmez.
Beşeriyete mertliği öğreten bizleriz.
Adaletle ve kudretle hükmeden bir ceddin ahfadıyız.
Teslim olmayız her silah doğrultana, boyun eğmeyiz her saldırı komutuna.
Bu keder dolu günleri de aşacağız, içimize akıttığımız gözyaşlarıyla ihaneti boğacağız.
Gara’da şehit olan vatan evlatlarımıza Cenab-ı Allah’tan rahmetler niyaz ediyor, terörle mücadelede yaralanıp halen tedavisi süren kardeşlerimize şifalar diliyorum.
Başımız sağolsun, vatanımız sağolsun, milletimiz varolsun, devletimiz ilelebet yaşasın dursun.
Ve sonsuza kadar Tanrı Türk’ü korusun ve yüceltsin.
Muhterem Dava Arkadaşlarım,
Değerli Basın Mensupları,
Türkiye, terörün insanlık dışı hunhar eylemleriyle 37 yıldır mücadele halindedir.
PKK, ihanet yoldaşları FETÖ ve YPG, seferberlikle ele alınması gereken milli güvenlik sorunudur.
Ağzı süt kokan bebeklerimizi öldürdüler.
Analara, bacılara, babalara, dedelere, ninelere kıydılar.
Asker demediler, polis demediler, korucu demediler, hepsine en küçük tereddüt geçirmeden saldırıp kurşun sıktılar.
Çocukları yetim, gelinleri dul bıraktılar.
Şehirlerimizde canlı-cansız bomba patlattılar, silah ve uyuşturucu kaçaklığı yapıp asayişsizliği ve güvensizliği derinleştirmeyi amaçladılar.
Yine şehirlerimizde çeteler kurup haraç toplamayı denediler.
Ya pusu kurdular ya da sırttan vurdular.
Arkasından insan hakları dediler, özgürlük masalına sığındılar.
Öyle bir noktaya gelinmiştir ki, Türkiye’miz ne pahasına olursa olsun bölücülükle ve PKK terör örgütüyle yüzleşmek, hesaplaşmak, bu kanlı sayfayı açılmamak üzere kapatmak zorundadır.
Ön şartsız bir şekilde devletimize ve hükümetimize bu mücadelede desteğimiz tamdır ve tartışmasızdır.
Şayet huzur istiyorsak, güvenliğimiz kusursuz olsun diyorsak, terörizmin kumpaslarını boşa çıkarmakla kalmamalı, bu vatandan, bu ülkeden hainlerin tamamını söküp atmalıyız.
Bunun yanında sınırlarımızda ve mücavir alanlarımızda tek bir örgütün tutunmasına izin vermemeliyiz.
Bu ülkeyi seveni severiz, sevmeyeni cehenneme kadar yolun var deriz.
Artık bir karar arifesindeyiz.
Artık bir kavşak noktasındayız.
Cumhuriyet’in yüzüncü yıldönümüne terörü bitirmiş, bölücülüğü yenmiş, milli birlik ve kardeşlik bağlarını tahkim ve tescil etmiş şekilde ulaşmak durumundayız.
Bu amaç tarihe boyun borcumuzdur.
Şühedaya vefamız, ecdada bağlılık irademizdir.
Biliyorum, bu zor ve zahmetli bir süreçtir.
Ancak Gara’da yaşanan barbarlık bir kırılma anıdır.
Evlatlarımızın kurşun yediği mahalde, terörün elebaşları birer birer sallandırılmazsa yüreklerimiz soğumayacak, öfkemiz sönmeyecektir.
Herkes tarafını ve tercihi yapmak mecburiyetindedir.
Bölücülüğe ve teröre sessiz kalarak her gün bir yerimizden mi koparılacağız, yoksa kansızların, soysuzların kökünü mü kazıyacağız?
Şehit olan evlatlarımıza ağlaya ağlaya göz pınarlarımızı mı kurutacağız, yoksa milletimize silah çekenlerin elini mi kıracağız?
Anaların bağırlarını yumruklamasını mı izleyeceğiz, yoksa analarımızın evlatlarıyla kucaklaşmalarını mı sağlayacağız?
Teröre siyasi ve ideolojik ikmal yapan, lojistik imkan sunan Türkiye düşmanlarının suyunu mu keseceğiz, yoksa onlara basit ve sıradan oy kaygılarıyla göz mü yumacağız?
Ne yapalım, talihimiz buymuş, terörle yaşamaya alışalım mı diyeceğiz? Yoksa terörün bütün şirretliklerini ve habis kamburlarını hayatımızdan çekip çıkarmaya mı odaklanacağız?
Herkes nerede durduğunu gözden geçirmelidir.
Pozisyonunu, niyetini, düşüncesini, ilişki ağlarını yeni baştan kontrol etmelidir.
Demokrasiyi yozlaştıranlara sessiz mi kalacağız? Yoksa hakkın ve hukukun safında toplanarak milletin çelikten iradesiyle günahkar bölücüleri doğduklarına pişman mı edeceğiz?
Bilinmelidir ki, dağda elde edilen stratejik ve mukayeseli üstünlüğü TBMM’de kaybetmeye, TBMM’de eritmeye ne sabrımız ne de tahammülümüz kalmıştır.
Türk devletinin ekmeğini yiyip havasını soluyan, hazinesinden geçinip imkânlarından yararlanan, sonra da dönüp bu devletin varlığına diş bileyen, nifak saçan, suikast düzenleyen teröristlere güzellemeler yapan siyasi terör safralarının yakasından tutmak millet vekaletinin iffetini taşıyan her muhterem milletvekili için namus meselesidir.
Bebek katiline sayın diyen milletvekilleri istemiyoruz.
Teröriste gerilla diyen milletvekillerine katlanamıyoruz.
Sırtını PKK’ya, YPG’ye dayayan, terörist cenazelerine katılan, icazeti Kandil ve İmralı’dan alan hainlere milletvekilliği haramdır görüşündeyiz.
Yeter artık, sabır taşı çatladı, bıçak kemiğe dayandı.
Bu mesele var oluş yok oluş meselesidir.
İp inceldiği kadar incelmiştir, kopacağı varsa zaten kopacaktır.
Gözümüzün içine baka baka hala provokasyonlarını devam ettiren mazbatalı teröristlerin bulundukları mekan; dualarla, Kuran-ı Kerim tilavetleriyle, kurbanlarla ve bir Cuma günü açılan Gazi Meclis olamaz, olmamalıdır.
Ordular kurup ordular yöneten, Milli Mücadele’den yüz akıyla çıkıp Cumhuriyet’i ilan eden bu kutlu çatı altında düşmana methiyeler düzen suçluların ne işi vardır?
Gara’da, savunmasız evlatlarımızın kafalarına kurşun sıkan şerefsizlere sempati besleyenlerle, tasmaları Kandil tarafından tutulan günahkar müptezellerle aynı yerde nasıl bulunacağız?
Hak mıdır bu? Reva mıdır bu? Adalet midir bu?
Eğer onların demokrasi mücadelesi içinde oldukları iddia ediliyorsa, sorarım sizlere bizim yaptığımız nedir? Onlar siyaset yapıyorsa bizim yaptığımıza ne demek lazımdır?
Gara vahşetiyle ilgili bir HDP Milletvekili, üstelik bayan, aynen şöyle diyor: “Biz barış dedikçe saldırdılar. Esir kampını Türkiye bombaladı ve öldükleri anlaşılınca durdular. Savaş tezkerelerine evet diyenler şimdi ağıt yakıyor.”
Be hey milletvekili müsveddesi, siz kimsiniz? Saldıran kim? Neyin barışından bahsediyorsun? Esir kampı nerede? Esir ne demek? Türkiye’nin kendi evlatlarını bombaladığını nasıl söyleyebildin?
Hiç mi vicdan yok sende? Hiç mi insan sevgisi kalmadı yüreğinde? Bu kadar mı insanlıktan koptunuz? Bu kadarda mı esfele safilinliğe talip oldunuz?
Bir başka HDP Milletvekili de şu namert ifadeleri kamuoyuyla paylaşmış:
“Mesele kim olursa olsun insanı yaşatmak olmalıydı, ölümle çözüm olmaz, insanlarımızı yaşatmalıyız.”
Bu sözlerde PKK’ya bir tepki var mı?
Hangi insanı yaşatalım diyor? Özne kim ya da kimlerdir? Çözüm olarak görülen nedir?
HDP’li bir yöneticiden Gara katliamını kınayan; hadi bunu geçtik, insanlık namına eleştiren cılız da olsa bir itiraz duyanınız oldu mu?
Ben duymadım, duyacağımı da hiç zannetmem.
HDP Merkez Yönetim Kurulu’nun açıklaması ise tam bir ikiyüzlülük, çirkeflik ve suçluluk telaşıdır.
Şu ifadelere lütfen dikkat ediniz:
“Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın gece yarısı yaptığı açıklamada 13 vatandaşın naaşına ulaşıldığı ifade edilmiştir. Operasyon sırasında bu kişilerden ayrı olarak 50’yi aşkın insanın hayatını kaybettiği de verilen bilgiler arasındadır.”
Bunların insan dedikleri teröristtir, ayak takımıdır, emperyalizmin uşaklarıdır, katildir, canidir, haindir. Elbette imhaları vaciptir.
Hala suya sabuna dokunmayan, gevşek ve her yere çekilen beyanatlarla milletimizin sabrını test etmenin hesabını yapıyorlar.
HDP, geçmişteki sözde diplomatik çabalardan bahsediyor.
Neyin diplomasisi, kiminle diplomasi, Allah için söyleyiniz, terör örgütüyle diplomasi ne zamandan beri söz konusudur?
HDP diyor ki, “İktidar kayıpların ailelerine ve topluma hesap verme konumundadır.”
Utanmazlar, yüzsüzler, PKK’nın değil, iktidarın hesap vermesi gerektiğini ileri sürüyorlar.
HDP, PKK’nın giriş kapısı, bagaj kapağıdır.
HDP, PKK’nın mekapı çıkarıp kundura giymiş halidir.
Yani HDP, PKK’nın ta kendisi, aynadaki akisidir.
Kaldı ki seri bir katilin işlediği cinayetleri lanetlemesi abesle iştigaldir.
HDP’nin ipi ve iradesi Kandil’dedir.
Peki tüm bu olan bitenler karşısında HDP’nin kapatılmasına yönelik kısa metrajlı üç maymun oyunu sahne almaya inat ve ısrarla devam edecek midir?
HDP kapatılmadan, PKK’nın ayağını TBMM’den kesmenin bir başka formülünü bilen ve bizi de bilgilendirmeye hazır olan aslan parçası bir demokrat var mıdır?
Gara katliamıyla ilgili Türkiye’yi suçlayan, mağaranın bombalandığını ileri süren bölücü milletvekillerinin Gazi Meclis’ten tasfiyesi bugün değilse ne zaman yapılacaktır?
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın bu kapsamda açtığı soruşturmayı hayırlı bir gelişme olarak değerlendiriyor, taviz verilmeden alayının üstüne gidilmesini temenni ediyorum.
Bu milletvekillerinin ve diğer HDP’lilerin milletin vergileriyle aldığı maaş haramdır, zıkkımdır.
Ve bu HDP’nin kapatılması için zaman kaybetmek devletimizin egemenlik haklarına ileri düzeyde zarardır.
Değerli Milletvekilleri,
Sipariş haberciliğin önde gideni, bölücülüğün amigosu Halk TV’nin sosyal medyadan Gara’yla ilgili yaptığı şu paylaşıma lütfen kulak veriniz:
“Başlarından vurulmuşlar: Irak’ta bir mağarada 13 vatandaşın naaşı bulundu.”
Bir başka paylaşımı da şu şekildedir:
“PKK’nın öldürdüğü 13 esirle ilgili kimlik tespitleri başladı.”
Bölücü terör örgütünün kaçırıp alıkoyduğu vatan evlatlarına esir demek halkın ağzı değil, hıyanetin, hüsranın, husumetin ağzıdır.
Halk TV, tıpkısının aynısıyla PKK TV’si haline gelmiştir.
Ya HDP’nin dostu olan CHP’ye ne demeli, bu partinin yönetimine musallat olan HDP lobisini nasıl değerlendirmeli?
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu başta olmak üzere, kes kopyala yapıştır türünden taziye mesajı yayımlayan CHP’li yöneticilerin PKK’yı açıkça, dosdoğru biçimde ve ismini zikrederek lanetlemediği anlaşılmıştır.
PKK’yı afişe etmeden, yalnızca terör örgütü sözleriyle melanet terör saldırısını kınamak kirli ve kurnaz bir taktiktir.
Akıllarınca ittifak ortaklarını rahatsız etmek istemiyorlar, ama şehitlerimizin kemiklerini sızlatmaktan da gocunmuyorlar.
Böylelikle dostlar birbirlerini yalnızca alışverişte görürken, alınganlık gösteren, darılan, kırılan veya küsen de akıllarınca olmayacaktır.
Hesap budur, plan budur, danışıklı dövüş açıklamalar buna hizmettir.
CHP yönetimine sesleniyorum;
Gara katliamcısı PKK’yı saklamak ne size ne de gayri meşru dostunuza hiçbir şey kazandırmayacak, bilakis aziz milletimizin gözünden ve gönlünden daha da düşürecektir.
Korkmayın, çekinmeyin, HDP’ye ve bölücü terör örgütüne verilmiş bir sözünüz yoksa PKK’ya katil demek, eşkıya demek, terörist demek, cani demek size ancak onur, ancak şeref, millet nezdinde de itibar kazandıracaktır.
Fakat arkadan dolanarak, kapı kapı dolaşarak ne kızı vereyim ne de dünürü küstüreyim havasındaysanız, biliniz ki, ya nal toplarsınız ya da yal paklarsınız.
Türk milleti böylesi bayat numaraları yutmaz.
Ucuz etin yahnisinin yavan olacağını gayet iyi bilir.
CHP’yle birlikte terörist Demirtaş’ı neredeyse demokrasi kahramanı haline getiren sözde aydınlar, merak içindeyiz, Gara’ya ne diyorsunuz?
Bakıyorum da hiç gıgınız çıkmıyor, ortaklıkta görünmüyorsunuz.
Hiçbir zaman unutulmayacak Gara katliamına Boğaz’ın iki yanına yuvalanmış kaymak tabaka, ayrıcalıklı kesim, mutlu azınlık nasıl yaklaşıyor?
Beyzadelere soruyorum, nasıl, manzara güzel mi oralarda? Martılar uçuşuyor mu ortamlarınızda? Boğaz’a bakıp bakıp demlenirken insan hakları ve özgürlük edebiyatını da meze yapıyor musunuz?
Salgından dolayı yaşanan ekonomik zorlukları siyasi faturaya tahvil etmek için fellik fellik ortalıkta gezen, partimizde görev yaparken tek bir esnafın dahi elini sıkmadan duvar diplerinden gidip gelen İP’in başkanı terörist Demirtaş ile kahvaltı programında buluşmanın hala hevesinde midir?
Kalemlerini zehire batırıp kullanan kiralık yazarlar, dönem dönem insan hakları ve özgürlük nöbetine tutulup ellerine tutuşturulan zillet metinlerine toplu imza atanlar geldiğimiz bu aşamada Türkiye’nin yanında duracak fikri ve milli namusu gösterebilecekler mi?
Terörizmi telin edebilecek yürekliliği sergileyebilecekler mi?
Teröriste ve terör örgütlerine karşı tavır alamayanlar ihanete teslim olmuş, rezalete omuz vermiş, kanlı eylemlere koltuk çıkmıştır.
Gara katliamına 2023 senaryosu diyen emekli asker, senin her yerin senaryo, her tarafın zehir, her sözün zelil, her şeyin sahtedir.
Önemle altı çizilmesi gereken bir husus vardır:
PKK’nın Kürt kökenli kardeşlerimle ilişkilendirilmesi ayıp ve skandal bir yanlıştır.
Türk milletinin asil ve onurlu mensubu olan Kürt kökenli kardeşlerim, kalleşliğe onay vermez, ihanete olur vermez, evlatlarını dağa sürükleyen canilere tamam demez, devletine ve milletine cephe alan vampirlere asla dayanak olmaz.
HDP, Kürt kökenli kardeşlerimin değil, PKK’nın suç ortağı, hıyanet temsilciliğidir.
Gara’da savunmasız 13 vatan evladının kafalarına kurşun sıkılması, mesela Diyarbakır annelerinin asla tasvip edeceği bir olay değildir.
Onlar HDP’den evlatlarını istiyorlar.
Onlar HDP’nin bina içinde kaybolan evlatlarıyla ilgili büyük bir mücadele veriyorlar.
Bu HDP insan kaçakçısıdır, terörist devşirme ve dağa sevk zincirinin kumanda odasıdır.
HDP’yle hesaplaşmadan, PKK’yı bitirdik, yok ettik, mahvettik diyemeyiz.
Bu itibarla HDP’nin kapatılması elzemdir, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı inanıyorum ki gereğini yapacaktır. Ve tarih önünde yapmak durumundadır.
İP’in başkanı, HDP’nin kapatılması konusunda avam bir dil kullanarak üçkâğıt yapıldığını iddia etmiş.
Üslubu beyan, ayniyle insandır.
Biz kimin üçkâğıt yaptığını, kimin sinsi sinsi siyasi film setlerinde figüranlığa özendiğini geçmiş tecrübelerimize istinaden iyi biliyoruz.
İP’in başkanı, HDP’yi Kürt siyasi hareketi olarak değerlendiriyor.
Kapatılmasının da kendileriyle alakalı olmadığını söylüyor.
Öyle ya, ittifak ortakları birbirinin ayağına hiç basar mı? Birbirlerinin tavuğuna hiç kış der mi?
Bu şahıs, cehaletine yanmıyor da, bize ne yapacağımızı anlatıyor.
Hiç merak buyurulmasın, CHP ile İP rahat olsunlar, olacaklar da zorlarına gitmesin.
Şayet bize bir görev düşerse, ki bu zaman yakındır, Milliyetçi Hareket Partisi Siyasi Partiler Kanunun 100’üncü maddesinden kaynaklanan hakkını tam ve eksiksiz kullanarak tarihi müracaatını mutlaka yerine getirecektir.
Değerli Milletvekilleri,
20 Mayıs 2016 tarihli ve 6718 sayılı Kanun’un 1’inci maddesiyle Anayasa’ya eklenen geçici 20’inci maddenin kabul tarihi itibariyle, TBMM Karma Komisyon Başkanlığı’na ulaşmış dosyalar hakkında Anayasa’nın 83’üncü maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan yasama dokunulmazlığına ilişkin hükmün uygulanmayacağı düzenlenmişti.
Bilahare İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 19 Ağustos 2016 tarihinde CHP Milletvekili Enis Berberoğlu hakkında iddianame hazırlamış, nihayetinde İstanbul 14’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’nde kamu davası açılmıştır.
Bahse konu mahkeme tarafından 14 Haziran 2017 tarihinde verilen kararda, siyasal ve askeri casusluk maksadıyla ya da iç veya dış siyasal yararları bakımından gizli kalması gereken bilgileri açıklama suçundan sözü edilen CHP Milletvekiline 25 yıl hapis cezası verilmişti.
Bu kararı ise İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2’inci Ceza Dairesi 13 Şubat 2018’de kaldırmış, fakat devletin güvenliği ya da iç ve dış siyasal yararları bakımından gizli kalması gereken bilgileri açıklama suçunu kabul ederek 5 yıl 10 ay hapis cezasına hükmetmişti.
Temyiz sürecinin devam ettiği zaman diliminde bu kişi tekrardan milletvekili seçilmiş, milletvekilliğinin kesinleşmesini müteakip Yargıtay 16’ıncı Ceza Dairesi yargılamanın durdurulma talebini reddetmişti.
Arkasından Yargıtay’ın anılan dairesi Bölge Adliyesi Mahkemesi’nin mahkûmiyet kararını onamıştı.
Bu CHP’linin milletvekilliği 4 Haziran 2020 tarihinde mahkûmiyet kararının Genel Kurul’da okunmasıyla sona ermiştir.
Ne var ki, Anayasa Mahkemesi 17 Eylül 2020 tarihinde konuyla ilgili olarak, kişi hürriyeti ve güvenliği ile siyasi faaliyette bulunma haklarının ihlaline hükmetmiştir.
İlk derece mahkemesi ise 13 Ekim 2020 tarihinde ilgili şahıs hakkında yeniden yargılama yapılmasına yer olmadığı kararıyla ilk görüşünde direnmiştir.
Anayasa Mahkemesi 21 Ocak 2021 tarihinde tekrar hak ihlali kararını açıklayarak tutumunda ısrar etmiştir.
Buna dayanarak İstanbul 14’üncü Ağır Ceza Mahkemesi infazı durdurmuş, yeniden yargılama talebini kabul etmiş, dokunulmazlığın kaldırılmasıyla ilgili fezlekeyi hazırlayarak Adalet Bakanlığı’na göndermiştir.
CHP Milletvekili de geçtiğimiz hafta Perşembe günü TBMM’de görevine başlatılmıştır.
Bu anlattıklarım konunun hukuki mazisinin özetinden ibarettir.
Anayasa Mahkemesi’nin bir kereye mahsus kabul edilen geçici 20’inci maddeyi yanlış yorumladığı açıktır.
Kaldı ki, Anayasa Mahkemesi’nin yerindelik denetimi yapamayacağı da bilinen bir yasa kuralıdır.
Ne hikmetse hak ihlalleri hep şaibeli ve hakkında soru işaretleri olan isimlerle ilgili verilmektedir.
Aynı Mahkeme, 25 Şubat 2016 tarihinde Can Dündar, 9 Haziran 2020 tarihinde terörist Demirtaş hakkında hak ihlali yapıldığını kararlaştırmıştır.
22 Mayıs 2019 tarihinde de, Osman Kavala’nın tutuklanmasının hukuki olmadığı gerekçesiyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiayı da oybirliğiyle kabul etmiştir.
Anayasa Mahkemesi’nin hak ihlali kararlarını fütursuzca verirken milletin haklarını hiç hesaba katmadığı, dikkate almadığı çok net bir şekilde görülmektedir.
Bu Anayasa Mahkemesi kime hizmet etmektedir? Kimin mahkemesidir? Hak konusu sırf Türkiye’nin anayasal düzenini bozmak için uğraşan ve ihanete kapı kulluğu yapanlar için mi geçerlidir?
Yurt dışında yaşayan bir casusun nasıl bir hakkı vardır ki ihlal edilmiş olsun?
Bir teröristin ne hakkı olacaktır ki, Anayasa Mahkemesi buna çanak tutsun?
Bizim görüşümüz şudur:
Anayasa Mahkemesi milletin mahkemesi olmayacaksa, Türkiye’nin egemenlik ve tarihsel haklarını çiğneyenlere ihlal gerekçesiyle destek vermeyi sürdürecekse, derhal kendini feshetsin, başındaki zat da gecikmeden istifa etsin.
Yeniden milli varlığımıza layık, adalet ve hukuk ölçülerimize müzahir bir yüksek mahkemeyi kurmasını Allah’ın izniyle başarırız, buna da muktediriz.
Ne tuhaf bir tecellidir ki, Anayasa Mahkemesi’nin kararlarıyla küresel çevrelerin ülkemize dikte ve dayatmaları manidar düzeyde benzerdir.
ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsünün, geçtiğimiz hafta Osman Kavala’nın serbest bırakılma çağrısında bulunması egemenlik haklarımıza, hukukun üstünlüğüne kategorik bir saldırı ve saygısızlık değil midir?
Bağımsız Türk mahkemelerine binlerce kilometre uzaklıktan talimat vermeye cüret etmek nezaketsizlik, kabalık, gayri ciddilik, gayri ahlakiliktir.
Hak eksenli bir yaklaşımı benimsediklerini dile getiren Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın, milli haklarımıza cephe alan dış güçlere de diyeceği bir şey olacak mıdır?
ABD’nin yeni yönetimi demokrasi diyorsa, hukuk diyorsa, bir yanda PKK/YPG’ye silah ve eğitim desteğinden vazgeçecek diğer yanda da FETÖ’nün bütün elebaşlarını Türk adaletine teslim edecek dürüstlüğü gösterecektir.
Bunun haricindeki her teklif nafiledir, tehditvari açıklamalar boşa kürek çekmektir.
Diğer bir mesele de şudur: ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Gara Katliamıyla ilgili yaptığı açıklama PKK/YPG’yle kurdukları şaibeli işbirliğini adeta tescil etmiştir.
Bu açıklamada deniyor ki; “Eğer Türk vatandaşlarının ölümünün, terör örgütü PKK tarafından gerçekleştirildiği doğruysa, bunu olabilecek en güçlü şekilde kınıyoruz.”
Demek ki, hala inanmıyorlar, çünkü işlerine gelmiyor, haber kaynakları da PKK’dır, bölücü çevrelerdir.
Dünya üzerinde bir kuşun uçuşunu bile takip eden ABD’nin Gara vandallığını bilmemesi, ne yaşandığını öğrenmemesi aklımızla alay etmek, PKK’nın değirmenine su taşımaktır.
Yine ABD’li bazı senatörlerin Başkan Joe Biden’e 9 Şubat 2021 tarihinde gönderdikleri ve Türkiye husumetiyle kaleme aldıkları karanlık mektup hakkımızı ve hukukumuzu karalama teşebbüsünden başka bir manaya gelmemektedir.
ABD Senatosu’nun PKK ve FETÖ propagandasına alet ve aracı olması garabet ötesi bir şuursuzluk ve samimiyetsizlik örneğidir.
15 Temmuz’u sulandırma arayışları, terör saldırılarına gölge düşürme çabaları, Türkiye’nin bağımsız karar almasını sabote etme gayretleri iki ülke arasındaki köprüleri dinamitlemektedir.
Türkiye çok cepheli bir mücadele halindeyken, yüksek mahkemenin hak ihlali kisvesiyle haksızlığa göz yumması, ülkemizin elini kolunu bağlamaya çalışması vatan ve millet sevgisiyle bağdaşmayan, adalet ve hukuk mantığıyla örtüşmeyen sorumsuzluktur.
Çok şükür, Hakk’ı biliriz hakkımızı da hiç kimseye çiğnetmeyiz.
Türkiye’nin kuyusunu kazanların hakkı değil, cezası olması gerektiğine inanırız.
Bir kez daha diyorum ki, CHP Milletvekilinin dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili konu Karma Komisyona ve Meclis Genel Kurulu’na geldiği takdirde Milliyetçi Hareket Partisi tutarlı davranacak ve dokunulmazlığın kaldırılması yönünde oyunu kullanarak tarafını gösterecektir.
Muhterem Milletvekilleri,
Kimin devası olduğu, kimlere deva olacağı az çok belli olan ipotekli bir partinin başkanı, Anayasa’nın ilk dört maddesinin tartışılabileceğini söylemiştir.
Anayasa’nın ilk dört maddesini tartışmaya hazır olan şahsa tavsiyem, sen git önce kendini tartışmayı dene, sicilini ve siyasi dönekliğini tartışmayı iste.
Anayasa’nın ilk dört maddesi Türkiye Cumhuriyeti’nin hukuki kimliği, kuruluşunun ve kurtuluşunun simgesidir.
Bu kimliği tahrip etmeyi hayal edenler veya aklından geçirenler ya HDP’ye kapağı atsınlar, ya PKK’nın dağ kadrosuna katılsınlar, ya da Pensilvanya’da soluğu alsınlar.
İlk dört maddeyi tartışacak babayiğit henüz doğmadı, tartışmaya hazırlanan, buna meyleden Babacan’ı ise uyarıyorum, böyle giderse tarihin ve milletin hışmından asla kurtulamaz.
“Stratejik hedefimiz Ada’daki Türk işgalini bitirmektir” diyen Yunanistan Başbakanı’yla, Anayasa’nın ilk dört maddesini mesele yapan çürük çarık zihniyet aynı muhasım çevrelerin piyonudur.
Siyaset piyon işi değil misyon ve millete hizmetkarlık işidir.
Allah aziz milletimizi bunlardan korusun, varlığımız ve birliğimiz daim olsun.
Geçen hafta sonu karşıladığımız mübarek Üç Aylar’ın aziz milletimiz ve Türk-İslam âlemi için hayırlara ve nice manevi atılımlara vesile olması dileklerimi ifade ederek sözlerimi bitiriyor, muhterem heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Sağ olun, var olun, Cenab-ı Allah’a emanet olun.
Bir yanıt bırakın