Lider Bahçeli: Türklüğü anayasadan çıkaracak bir kokuşmuş henüz anasından doğmamıştır.

Cumhur İttifakı Millet Aklı

▶️Hadi doğdu varsayalım, o zaman geldiği gibi gitmesi de bizim için şerefli bir vatan vazifesidir.

▶️Türkiye’yi bölünmeye götürecek bir anayasanın varlığı kâbus dolu bir hayaldir.

▶️Hodri meydan, her kim aksi yönde hain bir mücadelenin içinde olacaksa, önce bizim bedenlerimizi çiğnemek ve toprağa gömmek durumundadır.

▶️Anayasa’nın ilk üç maddesiyle koruyucu zırhı olan dördüncü maddesi kırmızı çizgimizdir.

▶️Çizgisi olmayan, siyasetleri çizilmiş ve üzerine çarpı koyulmuş FETÖ ve PKK lobisinin ateşle oynadığını hatırlatmak bizim boynumuzun borcudur.





Genel Başkanımız Sayın Devlet BAHÇELİ’nin, TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma

Muhterem Arkadaşlarım

Kıymetli Basın Mensupları,

Haftalık olağan Meclis Grup Toplantımıza başlarken hepinizi en iyi dileklerimle selamlıyor, başarılarla dolu bir hafta geçirmenizi temenni ediyorum.

Doğudan batıya, kuzeyden güneye vatanımızın her tarafında yaşayan aziz vatandaşlarımızı, gönül ve kültür coğrafyalarımızda varoluş mücadelesi veren değerli kardeşlerimizi yürekten selamlıyorum.

Bu haftaki değerlendirmelerime geçmeden önce, Türk milliyetçiliğinin muhterem isimlerinden birisi olan, ömrünü davasına fedakarca vakfeden Sayın İbrahim Metin ile 23.Dönem İstanbul Milletvekilimiz Sayın Prof.Dr. Mithat Melen’in vefatlarından duyduğum üzüntüyü özellikle vurgulamak istiyorum.

Merhum İbrahim Metin Milliyetçi-Ülkücü Hareket’in inanmış ve iftiharla anacağımız bir mensubuydu.

Merhum Melen ise nitelikli bir bilim insanı, saygın bir siyasetçiydi.

Devlet Gazetesi’nin sahibi merhum dava insanımız İbrahim Metin’e, 23. Dönem Milletvekilimiz merhum Prof.Dr.Mithat Melen’e Allah’tan rahmet diliyor, ailelerine, sevenlerine ve camiamıza başsağlığı dileklerimi iletiyorum.

Ruhları şad, mekânları cennet olsun diyorum.

Aziz Dava Arkadaşlarım,

15 Kasım 2020 Pazar günü Kıbrıs Türklüğü tarihi bir günü heyecanla yaşamıştır.

Sayın Cumhurbaşkanımızın nazik daveti kapsamında TBMM Başkanvekilimiz ve İstanbul Milletvekilimiz Sayın Celal Adan ile birlikte devlet ve siyaset ricalinden oluşan heyete iştirak ederek KKTC’yi ziyaret ettik.

Kıbrıs Türklüğü’nün diriliş ve yükseliş azmini görmekten gurur duyduk.

Bu ziyaretimizin mana ve mesajı zamanlama itibariyle hem anlamlı hem de güçlüdür.

Kıbrıs Türklüğü’nün haklı ve tarihi mücadelesi her türlü takdir ve övgünün üstündedir.

Bize göre Türksüz Kıbrıs; çatlamış toprak, çökmüş bina, silinmiş tarih, kavrulmuş yürek, kanı çekilmiş damar, kalbi durmuş bedendir.

Kıbrıs coğrafyasının mayası Türklüktür, Kıbrıs tarihinin mihenk taşı Türk milletidir.

Bildiğiniz gibi, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti 15 Kasım 1983 tarihinde büyük umutların üzerine bir sevdayla kurulmuştur.

37 yıllık bir tarihi kucaklayıp bugünlere gelen bu Türk devleti nice zorluklara direnmiş, nice acılara ve baskılara dayanmıştır.

Devlet kurulasıya kadar, mücahitlerin kahramanlıkları Beşparmak Dağları’nda çınlamış, Ada’nın her karışı şehit kanlarıyla sulanmış ve nurlanmıştır.

Türk’ün mukavemeti zalimlere meydan okumuş, hain planlara, habis projelere, haydut emellere imanla karşı koymuştur.

Yıllarca hayat hakkı elinden alınmak istenen Kıbrıs Türklüğü milli haysiyetini, bağımsız yaşama iradesini asla pazarlık konusu yapmamıştır.

Tehditler, tenkil ve tedhiş çabaları işe yaramamış, Hakk’ın ve haklının karşısında tutunamamıştır.

Çünkü ezelden beri hür yaşamış Türk milleti, ebede kadar da bu onurunu korumaya, kollamaya ve yaşatmaya kanıyla, canıyla, tüm varlığıyla ant içmiştir.

Şu gerçeği yıllarca boşuna söylemedik, bu çerçevede boş yere nefes tüketmedik: Kıbrıs Türk’tür, Türk yurdudur, Türk kalması tarihin namus konusudur.

İstiklal ve istikbal sevdalısı kahramanlarımızın eşsiz fedakârlıklarıyla 37 yıl önce dünyaya ilan edilen Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kuruluş yıldönümünü, kısaca Cumhuriyet Bayramını bahtiyarlıkla tebrik ediyorum.

Kıbrıs Türklüğü’nün hürriyet mücadelesine liderlik yapan merhum Dr.Fazıl Küçüğü, kurucu Cumhurbaşkanı merhum Rauf Denktaş’ı, ebediyete irtihal etmiş muhterem dava adamlarını, bütün şehitlerimizi rahmetle, hürmetle, minnetle anıyorum.

Mücadele yıllarının ateş hattından çıkıp gelen, o kara dönemleri bizzat yaşayan ve hayatta olan mücahitlerimize, Mehmetçiklerimize Allah’tan uzun ömürler niyaz ediyorum.

Kıbrıs’ta Türklüğün bekası için gövdesini taşın altına koyan herkesten Allah razı olsun diyorum.

İlk turu 11 Ekim 2020, ikinci turu 18 Ekim 2020 tarihinde yapılan KKTC Cumhurbaşkanı Seçiminde Kıbrıs Türklüğünün takdir, tercih ve teveccühüyle Cumhurbaşkanı seçilen Sayın Ersin Tatar’ı bir kez daha kutluyorum.

Bu yeni dönemin, Kıbrıs Türklüğü adına açılan yepyeni sayfanın nice muvaffakiyetlere ve muzaffer gelişmelere vesile olmasını diliyorum.

Kıbrıs Türklüğünün geçmişte yaptığı muazzam kahramanlıklar istikbalin hem anahtarı, hem gücü, hem de sarsılmaz güvencesidir.

İnancımız budur, ümidimiz bu olacaktır.

Değerli Milletvekilleri,

Kıbrıs bizim için milli bir meseledir.

Hiçbir şart altında tavizi olmaz, dönüşü olmaz, ihmali olmaz, ihlali olmaz, teslimi ise asla düşünülemez.

Kıbrıs 307 yıl hâkimiyetimiz altında huzur, barış ve güvenlik içinde yaşamıştır.

Nice anımız, nice ayak izimiz, asırlara mal olmuş nice parlak eserimiz Kıbrıs’ı baştan ayağa kuşatmış, bugünlere kadar da ulaşmıştır.

Bu adada başımızı çevirip nereye baksak Türk milletine ait yüksek bir değeri görmemiz kaçınılmazdır.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Türkiye için yalnızca bir siyaset veya strateji konusu değildir.

Bundan daha fazlası olan hayat memat, var oluş yok oluş konusudur.

KKTC’nin güvenliği demek Türkiye’nin güvenliği demektir.

KKTC’nin bağımsızlığı Türkiye’nin bağımsızlığıyla eşanlamlıdır.

Adımız birdir, amacımız birdir.

Acımız birdir, arzumuz birdir.

Anımız birdir, atimiz birdir.

Biz hep birlikte Türk milleti olarak varız, buna da inançla, iddiayla devam edeceğiz.

Şurası açık bir gerçektir ki, Kıbrıs Türklüğü yok sayılamaz, varlık hakları yokuşa sürülemez.

Kıbrıs Türkülüğü imha ve inkar edilemez.

Uluslararası toplumun Kıbrıs Türklüğü’nü görmezden gelmesi, taleplerini ağırdan alması, egemenlik çıkarlarına karşı on yıllardır üç maymunu oynaması sakat ve yanlı bir bakıştır.

Şayet demokrasinin ilkelerini turnusol kağıdı gibi Kıbrıs tarihinin üzerine koyarsak, kimin anti demokratik, kimin faşist, kimin düşmanca muamele ve münasebet içinde olduğunu herkes görecektir.

Şayet insan hakları ve özgürlük kriterlerinden hadiselere bakarsak, kimlerin bu değerlerin tam tersi duruş içinde olduğu da canlı bir resim gibi ortaya çıkacaktır.

46 yıldır hayalet şehir olan Kapalı Maraş’ın çok yerinde bir kararla sahil kesiminin açılması, bizim de burayı geçtiğimiz Pazar günü ziyaretimiz konuya muhatap ve müdahil çevrelerin tepkisini çekmiş, bunları adeta hoplatmıştır.

Nitekim rahatsız olanların sicilini, itiraz edenlerin cibilliyetini incelediğimizde ne kadar doğru, ne denli isabetli bir iş yapıldığı hakikaten gözler önüne serilecektir.

Biz vatan toprağını ziyaret etmek için provokasyon çığlığı atan Yunanistan’dan mı izin alacaktık?

Biz 46 yıldır kilitli olan Maraş’ta piknik yapmak için üzüntüsünü paylaşan AB Dış ilişkiler ve Güvenlik Yüksek Temsilcisi Borell’den mi vize isteyecektik?

Bu şahsın, “Kıbrıs sorununun kapsamlı çözümüne, BM Güvenlik Konseyi kararları temeli dışında alternatif yoktur.” sözlerini ciddiye mi alalım, boyun mu eğelim? Pardon yanlış oldu, bu defalık maruz görün korkaklığını mı seslendirelim?

Ne zamandan beri Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Türk milletinin iradesinin önüne ve üstüne çıkmıştır?

Ada’da yaşayan halklar bellidir.

O halde AB’nin kaşıntısı, ileri sürdüğü bahanelerin asıl gayesi nasıl yorumlanmalıdır?

Kapalı Maraş’ta, mağduriyetlerin telafisi için mülkiyet haklarına aynen riayet eden çalışmaların yapılmasından, uluslararası hukuka dayanarak yeni bir dönemin başlayacak olmasından niye huzursuzluk duyulmaktadır?

Adil, kalıcı, kapsayıcı ve sürdürülebilir bir çözümü dinamitlemek için nifak mevziisine girenlerin asıl hedefi Kıbrıs Türklüğü’ne ölümü gösterip sıtmaya razı olmasını sağlamaktır.

Oyalama yöntemleri artık tarihin çöplüğüne atılmıştır.

İstismar tuzakları bozulmuş, kimin kiminle yürüyüp emel birlikteliği içinde hareket ettiği belirginlik kazanmıştır.

Türkiye olmadan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti hesaba katılmadan, Doğu Akdeniz’de atılacak her adım, kurulacak her ilişki ağı barış arayışlarını yıkacak, istikrar arzularını yok edecektir.

Esasen meselenin özü bu kadar yalın, bu kadar basittir.

Değerli Milletvekilleri,

1931’den itibaren Rumların Yunanistan ile birleşme gayelerinin yığınak yaptığını, tehlikeli ölçülerde yoğunluk kazandığını teferruatıyla biliyoruz.

Kıbrıs’ı Helen adasına dönüştürmek isteyenlerin provakatif açıklamaları, felakete hizmet eden tutum ve davranışları hepimizin malumudur.

Geçtiğimiz Eylül ayında Güney Kıbrıs’ı ziyaret eden Yunanistan Cumhurbaşkanı’nın Kuzey Kıbrıs’ın işgal altında olduğunu zırvalaması, Kıbrıs Helenizm’inden bahsetmesi tarihi gerçeklerle bağdaşmayan bir skandaldır.

Bayan Cumhurbaşkanı cehaletinin ve önyargılarının, aynı zamanda da hüsran verici husumetinin kurbanı olmuştur.

Anlaşılacağı üzere Enosis kampanyası hız kesmeden, figüranları değişse bile ana gayesi değişmeden devam etmektedir.

Diyorum ki, Helen’i falan bilmeyiz, mazisi karanlık olan hedefleri tanımayız, bunları kesinlikle takmayız, Kıbrıs’a baktığımızda sadece Türk’ü görürüz, Türk vatanına şahit oluruz.

Geçmişte yaşananlar malumumuzdur.

1955 yılında kurulan EOKA terör örgütünün bir zamanlar hangi şiddet eylemlerine başvurduğu, soydaşlarımızın kanlarını oluk oluk nasıl akıttığını milli vicdanda hala mahfuzdur.

Hatta 1955-1958 yılları arasında Kıbrıs Türklerinin 33 köyü terke zorlanmaları henüz unutulmuş değildir.

Biz de unutmadık, unutmayacağız, unutturmayacağız.

Zürih ve Londra Anlaşmaları bağımsızlık, iki toplumun ortaklığı ve çözümün Türkiye, Yunanistan ve İngiltere tarafından etkin garantisi ilkelerine dayandırılmıştı.

“Kıbrıs Cumhuriyeti” 1960 yılında kurulmuştu.

Bahsekonu antlaşmalar tarafından teminat altına alınan anayasa, Kıbrıslı Türk ve Rum toplumunun eşit siyasi hak ve statüsünü esas almıştı.

Maalesef Kıbrıs Rum tarafı, 1960 Cumhuriyeti’nin kurulduğu şekilde yaşamasına fırsat ve izin vermemiştir.

Çünkü huzura tahammülsüzdür, barışa karşıdır.

Rumlar, 21 Aralık 1963’den itibaren Kıbrıs Türklüğünü hedef alan saldırı ve suikastlarını arttırmışlardır.

Kanlı Noel katliamı ise bu sürecin hunhar bir sonucudur.

Türklerin Ada’dan atılmasını projelendiren Akritas Planı ise öz itibariyle etnik bir temizliği amaçlamıştır.

“Kıbrıs Cumhuriyeti,” Kıbrıslı Rumların 1963 yılında şiddete ve terör yöntemlerine dayalı güç kullanımı ve anayasayı feshetmelerinden sonra ortadan kalkmıştır.

20 Temmuz 1974 Barış Harekatı, hayat hakları gasp edilen, eziyet ve işkencelere maruz kalan Kıbrıs Türklüğü’ne Anavatan Türkiye’nin barış, huzur ve güvenlik namına uzattığı müşfik ve muktedir eli olarak tarihe geçmiştir.

Ada’daki iki taraf arasındaki ilk müzakereler 1968 yılında başlamıştır.

1977 yılından itibaren federalizm görüşmeleri yapılmıştır.

Çözüm arayışları devamlı sıcak gündemi işgal etmiştir.

Bu kapsamda 52 yıllık müzakere sürecinden hiçbir şey çıkmamıştır.

Annan Planı bile sonuç vermemiştir.

Bizim için son derece tartışmalı ve tehlikeli tavizlere sahne olan Crans Montana görüşmelerinde herhangi bir orta yol bulunamamıştır.

Kıbrıs Türklüğü’nün yapıcı ve iyi niyetli tavrına rağmen her seferinde uzlaşmadan kaçan, masayı deviren, adil ve kalıcı bir barışın önüne taş koyan Rumlar olmuştur.

BM engeli, Rumların vetosu, küresel güçlerin yönetilebilir kriz taktikleri çözüm umutlarını yıllarca zehirlemiştir.

İkazen ifade ediyorum ki, çözüm, sokaklarda dolaşmaya başlayan, sözde sivil itaatsizlik eylemleri için zemin yoklayan Rum sevdalısı Akıncı gibi, vatandan toprak vererek olamayacaktır.

Çözüm ortamı bir tarafın devamlı geri adım atmasıyla, devamlı alttan almasıyla, dayatmalara sürekli boyun eğmesiyle yeşeremeyecektir.

Birlikte, huzur içinde, barış ve saygıya dayanan bir gelecek isteniyorsa, eşit haklara dayanan, iki kesimli egemen devlet yapılanması artık bir mecburiyettir.

Nitekim egemen ve eşitlik temelinde iki devletli çözüm yegane yoldur.

Kıbrıs’ta iki toplumlu, iki kesimli federal çözüm modelinin müzakeresi yarım asır yapılmış, ne var ki Rumların Kıbrıs Türklüğü’nü eşit ortak görmemesi, refahı ve geleceği paylaşmak istememesi yüzünden iflas etmiştir.

Birleşmiş Milletler öncülüğünde 5+1 formatında planlanan ve garantör ülkelerin de katılımını öngören muhtemel konferansın başarılı olması Kıbrıs Türklüğü’nün haklı ve meşru beklentilerine cevap vermekle mümkündür.

Beklentimiz Kıbrıs Türklüğü’nün uluslararası camiada tanınması, çizilen işgal ve esaret haritalarının yırtılıp atılmasıdır.

Ambargoların ve kısıtlamaların kaldırılması bir diğer beklentimizdir.

Doğu Akdeniz’in kaptan köşkü olan Kıbrıs, bilhassa hidrokarbon zenginliklerin bulunmasıyla ve bu zenginliklerin paylaşım sorunlarının belirmesiyle tüm dikkatleri üzerine çekmiştir.

Türkiye Doğu Akdeniz’deki haklarından şüphesiz ödün vermeyecektir.

Kıbrıs Türklüğü Doğu Akdeniz’den dışlanamayacak, uzak tutulamayacaktır.

Bölgenin barış ve istikrarı için doğal kaynakların adaletli ve hakkaniyet ölçülerine dayalı paylaşımı geldiğimiz bugünkü aşamada vazgeçilmez önemdedir.

Hiç kimse fiili durum yaratmaya çalışmamalıdır.

Hiç kimse kriz ve kaos çıkarma özlemiyle Kıbrıs Türklüğü’nün sabrını test etmemelidir.

Hele hele hiç kimse Türkiye’yi ihmale kalkışmamalıdır.

Türk’süz ve Türkiye’siz Akdeniz karanlık bir dehliz, karmakarışık bir gelecek demektir.

Ada’yı eşit haklara sahip iki halkın paylaştığı açıktır.

Ada’da iki devletin varlığı tartışmasızdır.

Artık federalizm çağrıları boştur, tek yanlı dayatmalar sonuçsuzdur.

Türkiye’nin etkin ve filli garantörlüğü önşartsız devam etmelidir.

Bir önceki dönemde yaşanan ve Kıbrıs davasını zedeleyerek sekteye uğratan çarpık diyaloglardan yeni dönemde kaçınmak milletimizin samimi arzusudur.

Kapalı Maraş çok şükür aslına dönmüş, kilitleri açılmıştır. Bundan ziyadesiyle memnunuz.

Süreç içinde Kıbrıs Türklüğü’nün uyanışını teşvik edip milli heyecanını kamçılayan, milli davamızı her zeminde cesaretle ve inanmışlıkla savunan Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a şükranlarımı sunuyorum.

Yeni bir döneme, yeni bir başlangıca şahit olmaktan kıvanç duyuyorum.

45 gün içinde tamamlanan ve açılışına bizim de katıldığımız Lefkoşe Acil Durum Hastanesi’nin Kıbrıs Türklüğü’ne hayırlı olmasını temenni ediyorum.

KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Ersin Tatar’a teşekkür ediyorum.

Bu vesileyle KKTC’de yaşayan her kardeşimi özlemle kucaklıyor, en içten selamlarımı iletiyorum.

Kıbrıs Türklüğünü onurlu bir geleceğe taşıma iradesi gösteren Cumhurbaşkanımız Sayın Ersin Tatar’a ve çalışma arkadaşlarına başarılar diliyorum.

Aziz şehitlerimiz müsterih olsun, Kıbrıs davası emin ellerdedir, ehil yüreklere emanettir, güçlü ve güvenli yarınlara inanıyorum ki adım adım ulaşacaktır.

Değerli Milletvekilleri,

Geçtiğimiz 29 Ekim’de 97’inci yıldönümünü kutladığımız Türkiye Cumhuriyeti imanın işgali yenmesiyle, iradenin esareti ezip geçmesiyle teşekkül ve tecelli etmiştir.

Türk milleti bin yıllık kardeşlik bağını, gıpta edilecek birlik ve dayanışma ahlakını her sahada, her zeminde göstermiştir.

Devletimizin kurtuluş ve kuruluş yıllarında hiç kimsenin kökenine, diline, mezhebine, yöresine bakılmamış, tam bir kenetlenme ve kader ortaklığı şuuruyla milli namus topyekûn savunulmuştur.

Aynı ruh bugün de hâkim ve hadimdir.

Türkiye Cumhuriyeti mazlumlara ümit ışığı olmuştur.

Türkiye Cumhuriyeti masumların, mağdurların, hakkı yenmiş toplumların umut kapısı haline gelmiştir.

İmparatorluğumuzun kucaklayıcı devlet ve toplum vasfı; aklı, adaleti ve ahlakı önceliğine alan tarihsel yapısı Türkiye Cumhuriyeti’ne miras olarak geçmiştir.

Türkiye bir hukuk devletidir.

Hukukun karşısında herkes bir ve eşittir.

Adalet ise Türk devlet zincirinin tüm halkalarını birbirine eklemleyen, bunlara manevi harç katan bir değerdir.

Tarihimizin tertemiz sayfalarına bakınız, adaletle hüküm görürsünüz.

Türk milleti bir Rum mimar ile bir cihan padişahını aynı mahkemenin önünde eşitleyen, eşit gören bir kavrayış ve kaynaktan beslenmektedir.

Geçmişimizin hiçbir döneminde, tıpkı bugünkü gibi, zulüm yoktur, zulme uğrayan görülmemiştir.

Günümüzde hukuk, demokrasi, mülkiyet hakkı, can ve mal güvenliği, insan onuruyla insan haklarına saygı her toplumun, her devletin azami ölçülerde tatbik ve temin etmesi gereken evrensel kazanımlardır.

Yalnızca tarihimize baksak dahi, bugüne örnek olacak pek çok davranış kalıbını görmemiz mümkündür.

Devlet duyguyla değil akılla yönetilir.

Devlet ve millet baki, bizler ise faniyiz.

Bugün Türkiye’nin ayak bağlarından kurtulması, başını yükseklere kaldırması, kronik sorunlarının üstesinden geniş bir mutabakatla gelinmesi her devlet ve siyaset insanının ortak sorumluluğudur.

İçe kapanmış bir Türkiye değil, dünyaya açılan, milli ve manevi müktesebatıyla kıtaları aşan dinamik, dengeli, atılgan, yeni fikirlere yatkın, girişimcilere fırsat sunan, ön alan, öncü olan, övgüyle adından söz ettiren bir Türkiye hepimizin kalpten dileğidir.

Cumhur İttifakı işte bu ortak dileği gerçekleştirmek için mücadele etmektedir.

Büyüyen bir Türkiye, kafaları küçücük olanları mahcup edecektir.

Zenginleşen bir Türkiye, insanımızın ekonomik sorunlarını istismar eden siyaset kalpazanlarını ters köşeye yatıracaktır.

Gücüne güç katmış, demokrasisiyle, hukukuyla, ekonomisiyle, iş adamlarıyla, üretim kabiliyetiyle, güvenceli yatırım ortamıyla, üretken karakteriyle, hepsinden mühimi milli birlik ve kardeşlik kültürüyle dünyada parmakla gösterilen bir Türkiye’ye kısa sürede ulaşmak samimi gayretimizdir.

Kuyu kazmak yerine birbirimize kol kanat germeliyiz.

İftira atmak yerine birbirimizin hakkını savunmalıyız.

Kavga etmek yerine kucaklaşmanın sıcaklığını tercih etmeliyiz.

Küsmek yerine sevmenin güzelliğini seçmeliyiz.

Birbirimizi devirmek ve değirmen gibi öğütmek yerine dağ gibi, dev gibi birbirimize destek vermeliyiz.

Başka Türkiye yoktur, gelecek hayali kurduğumuz bir başka vatan, başka bir coğrafya yoktur, olmayacaktır.

Ne yapacaksak, neyi başaracaksak, nereye ulaşacaksak Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ruhuna bağlı kalarak ve ancak aziz Türk vatanında yaşayarak gerçekleştirmek zorundayız.

Yargılamak yerine birbirimizi anlamaya çalışmalıyız.

Kuşatılan bir Türkiye gerçeği ortada duruyorken, ne zaman kaybına, ne insan israfına, ne de gelecekten tasarrufa halimiz vardır.

Kapımıza da kalbimize de vuran buyursun diyoruz.

Ama milli ve manevi gerçeklerimize sadakat ve riayeti de vazgeçilmez kabul ediyoruz.

Ekonomide açılan ya da açılacak yeni ufuklarla, demokrasi ve hukuk alanlarında kuvveden fiile geçecek sağlam ve sağduyulu hamlelerle fasit çemberin kırılacağını, muhteşem bir kalkışın yaşanacağını düşünüyorum.

Bu irade bizde vardır, bu istek bizde vardır, bu irfan bizde vardır, başarı da bizim hakkımızdır.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, Türkiye’nin aradığı ve ihtiyaç duyduğu tarihi bir yönetim reformu olarak devrededir.

Gereken ve planlanan diğer reformların birbirine eklemlenerek ifa ve icrası Türkiye’nin hızına hız katacaktır.

Bizim demokrasi kültürümüz engindir, erdemlidir, enerjiktir, ne bir toz, ne de leke barındıracaktır.

Demokrasi anlayışımızın karalanması maksatlıdır, marazi bir halin ifşasıdır.

Türkiye’nin medeniyet ve milletler mücadelesinde en büyük kozu, beşeri ve entelektüel sermayesi, yeniliklere açık, gelişmeleri anlayan, çağı akıl süzgecinden geçiren, dayanışma ve yardımlaşmayı pusula yapan, şuurlu, şeffaf ve güven uyandıran sosyal psikolojisidir.

Biz gelecekten umutluyuz.

Yarının bugünden daha iyi olacağına inanıyoruz.

Yerimizde saymayacağız, patinaj yapmayacağız, sürekli bir adım önde olacağız, daha doğru bir ifadeyle olmak mecburindeyiz.

Türkiye, etrafında tesis edilen husumet ve hıyanet cephesini yıkmak için kararlılıkla seferber haldedir.

Suriye’den Dağlık Karabağ’a, Libya’dan Irak’ın kuzeyine kadar Türkiye sınırlarımızın sıfır noktasında değil, coğrafyaların ta derinliklerinde hem mazlumları hem de bekasını müdafaa etmektedir.

Bu müdafaa onurlu ve meşru bir müdafaadır.

TBMM’ne sunulan Azerbaycan Tezkeresi’ne bakışımız da bu şekildedir ve desteğimiz kuşkusuz tamdır.

28 yıl önce işgal edilen topraklarının yüzde 70’ini 44 günde işgalden kurtaran dost ve kardeş Azerbaycan’ın sonuna kadar arkasında olacağımızı da bu kapsamda bir kez daha güçlü olarak söylemek isterim.

Dileğimiz Dağlık Karabağ’ın tamamının temizlenmesi, mütecaviz Ermenistan’ın vatan topraklarının her zerresinden sökülüp atılmasıdır.

10 Kasım tarihli ateşkesin mahiyetini ve teknik konularını bazı odakların tartışma ve karartma gayretleri harekâtın muazzam stratejik boyutlarını örtmeye yetmeyecektir.

Hassasiyetleri nasırlaşmış,

Vicdanları kabuk bağlamış,

Aklın makasından geçmemiş, halis gönlün kumaşıyla bezenmemiş kim varsa Karabağ’daki askeri, siyasi ve stratejik zaferi kabulde zorlanmaktadır.

Azerbaycan Cumhuriyeti, askeri mücadeleyi politik bir enstrüman olarak kullanmada başarı göstermiş, bölgesel ve küresel denklemi akılcı şekilde okumayı bilmiş, ordusunun taktik üstünlüğü sayesinde uluslararası prestij kazanmıştır.

Türkiye- Azerbaycan elele vermiş, iki devlet tek yürek olmuş, zulmü devirmiştir.

28 yıldır donmuş bir ihtilaf olan Dağlık Karabağ’ın zincirlerinden önemli oranda kurtulması muhteşem bir başarı hikâyesi olarak tarihe geçmiştir.

İki devlet tek millet duygu tonu yüksek romantik bir söylemden ziyade politik, stratejik, ahlaki, pratik ve mutlak bir hakikate dönüşmüştür.

Tarihi ve aktüel gelişmeler bu hususu teyit etmiştir.

Turan eller var olsun, çalkalansın Karadeniz, çırpınsın Karadeniz, Tanrı Türk’e yar olsun.

Unutulmasın ki, bu sevda bitmeyecek, bu dava düşmeyecek, Türk milletinin zalimlerle mücadelesi hiçbir zaman kesintiye uğramayacaktır.

Değerli Milletvekilleri,

Türk siyaseti kendi ülkesine yabancılaşmış, milletinin değerleriyle çelişkiye düşmüş yozlaşmış bir muhalefetin ağır sancısını yaşamaktadır.

Millet ve vatan sevgisi tartışmalı olan bu muhalefet anlayışına bu yüzden zillet dememiz abartılı bir yakıştırma olarak değerlendirilmemelidir.

Demiş ya Şems-i Tebrizi, sevmeyene karınca yük, sevene filler karınca.

CHP Genel Başkanı, geçtiğimiz günlerde konuğu olduğu ABD merkezli Ortadoğu Enstitüsü’nde, tıpkı bir etki ajanı gibi konuşmuş, Türkiye’ye verip veriştirmiş, fukara aklının bagajında ne varsa döküp saçmıştır.

Hatta ABD ve AB liderlerine yönelik, “Türkiye’de demokrasi hareketlerini destekleyin” çağrısında bulunmuştur.

Kılıçdaroğlu yapar da İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı durur mu, o da işbirlikçiliğin film setine balıklama atlayarak göz kamaştıran figüranlığını maharetle ve tekraren sergilemiştir.

9-10 Kasım 2020’de, Uluslararası Siyasi Danışmanlar Derneği’nin sanal olarak düzenlenen 52’üncü Dünya Konferansı’nda kırık dökük yabancı diliyle açılış konuşması yapmıştır.

Türkiye’yi şikayet ede ede bitirememiş, işleyen demokrasimizi inkar ederek kötülemiştir.

CHP’liler belediye işlerinden başka her şeyle meşguldür.

CHP’li Küçükçekmece Belediyesi’nin PKK’nın mahut renklerinden oluşan melun kanlı amblemini bir çocuk parkının yer döşemesinde kullanması Kılıçdaroğlu zihniyetinin terör örgütü sempatisinde eşik ve sınır tanımadığının işaretidir.

Bu vahim bir olaydır.

Çocuklara bölücülük aşılamaya çalışan CHP’nin PKK’yı belediyelere taşımasının hesabı mutlaka sorulmalı, burunlarından fitil fitil getirilmelidir.

Sorarım sizlere, aziz Atatürk’ün kurduğu CHP bu hallere, bu kötü ellere nasıl düştü?

Dünya üzerinde küresel güç merkezlerine taklalar atan, gelin beni kullanın, boyunduruk altına alın mesajı veren kaç muhalefet partisi vardır?

CHP, bu kadar mı kökünden koptu, bu kadar mı tarihi gerçekleriyle ters düşüp rehin altına girdi?

Bu ayıplı Kılıçdaroğlu nereye koşuyor, hangi rezil kucaklara atılmak için çırpınıyor?

Ne manidar bir tesadüf ki, gündemde CHP, HDP, İYİ Parti ve Saadet Partisi’nin eşgüdüm halinde taslağını hazırladıkları bir anayasa hazırlığı konuşulmaktadır.

Beklendiği üzere, İP yönetimi tedavüldeki iddiayı reddetmiştir.

Kılıçdaroğlu hayretle izlediğini söylemiş, nihayet o da reddetmiştir.

Peki, 13 Ocak 2018 ile 7 Mayıs 2018 tarihleri arasında hazırlanmış mezkur anayasa değişikliği çerçeve metni için kurulan veya kurdurulan masaya kimler oturdu?

O oturmadı, bu oturmadı, şunun haberi olmadı ise, sokağa bırakılan ihanet metnini kim yazdı, kim hazırladı, kimler müzakere etti?

Türklüğü, Türk milletini, Atatürk’ü, Türkçe’yi anayasadan çıkarma tekliflerini, vatandaşlık tanımının değiştirilmesini, federal yönetim hedefini, anadilde eğitim niyetini kim izah edecek? Bu melanetin açıklaması nasıl yapılacak?

Kemal Kılıçdaroğlu hayreti mayreti bıraksın, haysiyetle itiraf etsin:

2 Haziran 2018’de, bir gazetede çıkan açıklamasında; “Millet ittifakı olarak çalışma yaptık. Başında İbrahim Kaboğlu vardı. Aşağı yukarı bir mutabakat metni şu an elimizde” dedi mi demedi mi?

21 Haziran 2018’de, bir televizyon kanalında; “Dört partinin anayasa değişikliğinde ilkeler üzerinde anlaşma metin hazırlandı” dedi mi demedi mi?

Bu yalancılık karşısında asıl hayrete düşen milletimizdir.

Bu yalan makinesi öyle çalışmıştır ki, ne fren tutmuş, ne dur durak bilmiştir.

Zilletin dört temsilcisinin kurulduğu anayasa hazırlık masasını PKK kurmuş, yazım işinin yapılabilmesi için ihtiyaç olan kalem siparişi de FETÖ’ye verilmiştir.

Kılıçdaroğlu’nun yalanı meslek haline getirmesi utanç verici bir rezalettir.

İnsanlarımızın gözünün içine baka baka yalan söylemesi de millete, demokrasiye, maneviyatımıza bühtan ve hakarettir.

Kılıçdaroğlu ders alır mı bilemem, ama tavsiyem şu sözün kulağına küpe olmasıdır: Yalanı yalancıyla, yanlışı cahille sakın tartışmayın, çünkü yalancıya gerçeği, cahile doğruyu anlatamazsınız.

Bir yalan dört doğruyu götürür: Güven, iyilik, sadakat, huzur.

Unutmayınız ki, ben Müslümanım diyen bir vicdan sahibi yalan söylemez, söyleyemez.

Fakat bu zilletin ruhuna yalan, talan, dolan yuva yapmıştır.

Resmen batan gemiye dönen ve tel tel dağılan İP’e, rüzgârın savurduğu kuru yaprağa çevrilen CHP’ye diyorum ki, yalanla belki bir yerlere gidebilirsiniz, ancak gittiğiniz yerden asla geri dönemezsiniz.

Uzun sözü kısası, MHP’ye zamanında yapılan Okyanus ötesi kaynaklı operasyonun gerçek mahiyeti sanıyorum şu günlerde daha da netleşmiştir.

“MHP kalıntılarından kurtulmak lazım” diyen alçakların hangi senaryoların tetikçisi ve teşrifatçıları oldukları alenileşmiş, açığa çıkmıştır.

Her yalancı korkak, aynı zamanda da günahkardır.

Bu millete korkaklardan, günahkârlardan, Türkiye düşmanlarının piyonlarından fayda gelmez, bunların hayrı kesinlikle dokunmaz.

Bir kez daha söylüyorum: Türklüğü anayasadan çıkaracak bir kokuşmuş henüz anasından doğmamıştır.

Hadi doğdu varsayalım, o zaman geldiği gibi gitmesi de bizim için şerefli bir vatan vazifesidir.

Türkiye’yi bölünmeye götürecek bir anayasanın varlığı kâbus dolu bir hayaldir.

Hodri meydan, her kim aksi yönde hain bir mücadelenin içinde olacaksa, önce bizim bedenlerimizi çiğnemek ve toprağa gömmek durumundadır.

Anayasa’nın ilk üç maddesiyle koruyucu zırhı olan dördüncü maddesi kırmızı çizgimizdir.

Çizgisi olmayan, siyasetleri çizilmiş ve üzerine çarpı koyulmuş FETÖ ve PKK lobisinin ateşle oynadığını hatırlatmak bizim boynumuzun borcudur.

Susanları korkak sanmasınlar.

Sağduyulu olanları aptal yerine koymasınlar.

Sabretmeyi bilenleri de çantada keklik görmesinler.

Oyunlarının eninde sonunda bozulacağını çapsız ve çürük kafalarından asla çıkarmasınlar.

Bu duygu ve düşüncelerle konuşmama son verirken hepinizi saygılarımla selamlıyor, bütçe sürecinde ve Meclis çalışmalarında başarılar diliyorum.

Sağ olun, var olun, Cenab-ı Allah’a emanet olun.

Cumhur İttifakı Millet Aklı

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*