Karabağ’ın Türklük meselesi olduğunu ve Türkiye’nin kardeş ülke Azerbaycan’ın haklı davasının destekçisi olduğunu ifade eden MHP Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Mevlüt Karakaya “Azerbaycan kendi göbeğini kendisi kesmeye karar vermiş ve bu terör devletini topraklarından çıkarmak için harekete geçmiştir.” dedi ve ekledi: “Umuyor ve bekliyoruz ki, en kısa zamanda işgal altında olan diğer yerleşim yerlerini de alacaklar ve şehitlerimizin kanını yerde koymayacaklar.”
Bahadır Çoban / TÜRKGÜN
MHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI VE ANKARA MİLLETVEKİLİ PROF. DR. MEVLÜT KARAKAYA İLE SÖYLEŞİ: ‘KARABAG TÜRKLÜK MESELESİDİR’
MHP Genel Başkan Yardımcısı ve Ankara Milletvekili Prof. Dr. Mevlüt Karakaya ile pandemi sürecindeki Türkiye ekonomisi üzerine gerçekleştirdiğimiz söyleşimiz dün yayımlanmıştı. Bugün de Dağlık Karabağ meselesi ve Kıbrıs başta olmak üzere bölgesel gelişmeler ve Türk siyasetindeki güncel tartışmalar üzerine gerçekleştirdiğimiz sohbetimizle devam ediyoruz…
Dağlık Karabağ meselesi bu kez çözüme ulaşacak mı sizce?
Sn. Genel Başkanımızın ifadesiyle; “Karabağ Türk Yurdudur”. Karabağ meselesi bir Türklük meselesidir. Bildiğiniz gibi, Ermeniler 1991 yılında Azerbaycan topraklarına saldırdılar ve Türk toprağı olan Dağlık Karabağ’ı işgal ettiler. Bir milyon Azerbaycan Türk’ünü sürdüler. Uluslararası toplum, bu soruna çözüm bulmak üzere 1992 yılında Avrupa Güvenlik ve İş Birliği Teşkilatı (AGİT) bünyesinde, eş başkanlıklarını Rusya, Fransa ve ABD’nin üstlendiği, Minsk Grubunu oluşturdu. Bu grup, bugüne kadar hiç bir çözüm üretemedi, aslında üretmedi. Hatta Rusya, tam tersine, Ermenistan’a silah gönderdi. Bunu açıklayan Ermenistan eski Cumhurbaşkanı… Keza Fransa’nın tavrı da farklı değil. Aslında bugünkü tavırları, bugüne kadar bu soruna neden bir çözüm bulmadıklarını ele veriyor.
Bu konuda Türkiye’nin tavrı ne oldu?
Türkiye olarak, biz, başından beri bu meselede can kardeşimiz Azerbaycan’ın hep yanında yer aldık. Azerbaycan topraklarındaki işgale son vermedikçe Ermenistan ile diplomatik ilişki kurmayacağımızı ilan ettik ve bunu sık sık dile getirdik. Uluslararası platformlarda Azerbaycan haklı davasını savunurken gereken her türlü desteği verdik. Ancak, 29 yıldır süren acıyı maalesef dindirmekte hiç kimse başarılı olamadı.
“ERMENİSTAN TERÖR DEVLETİDİR”
Devam eden savaş ya da çatışmaların seyri hakkında neler düşünüyorsunuz?
Aslında bu bir savaş mıdır? Bilemiyorum. Çünkü Ermenistan gerçekte bir terör devletidir. Bir başka ülkeye ait toprakları işgal eden, Birleşmiş Milletlerin onca kararını hiçe sayarak işgali sürdüren bir ülkeye yakıştırabileceğim en hafif sıfat budur.
Bugün, Azerbaycan kendi göbeğini kendisi kesmeye karar vermiş ve bu terör devletini topraklarından çıkarmak için harekete geçmiştir. Ancak, arkadan vurmayı alışkanlık haline getirmiş olan bu katiller, maalesef çok sayıda sivil yerleşim bölgelerini hedef almışlar ve çok sayıda sivil insanımızın canına kıymışlardır.
Sevindirici taraf ise kardeşlerimizin Karabağ’da destan yazmalarıdır. Birçok yerleşim yerini düşmanın işgalinden kurtarmışlardır. Umuyor ve bekliyoruz ki, en kısa zamanda işgal altında olan diğer yerleşim yerlerini de alacaklar, şehitlerimizin kanını yerde koymayacaklardır.
“KIBRIS TÜRK’Ü BEKASINA SAHİP ÇIKTI”
KKTC’de yapılan son Cumhurbaşkanlığı seçimlerini ve Ersin TATAR’ın Cumhurbaşkanı seçilmesini nasıl karşıladınız?
Öncelikle, Sn. Ersin TATAR’ın KKTC Cumhurbaşkanı seçilmiş olmasından dolayı son derece mutlu olduğumuzu ifade etmek istiyorum. Kıbrıs Türkü, Cumhurbaşkanlığı seçimi ile bekası üzerindeki kara bulutları dağıttı ve büyük bir belayı da başından defetti.
Kıbrıs Türkünün mücadelesi Türklüğün mücadelesidir. Bizim için Kıbrıs konusu “Türklük” konusudur. Bu vesileyle, merhum Dr. Fazıl Küçük ile merhum Rauf Denktaş’ı da rahmet ve minnetle anmadan geçmeyelim. Merhum Başbuğumuz Alparslan Türkeş, biliyorsunuz, Kıbrıs doğumludur. Ölünceye kadar Kıbrıs ve Kıbrıs Türkü ile münasebetlerini sıkı tutmuş, Kıbrıs Türkünün mücadelesinde hep yanlarında olmuştur. Kendisini de rahmet ve minnetle anıyorum.
Kıbrıs’taki Türk varlığının tarihi çok eskilere dayanıyor, değil mi?
Elbette çok eskilere dayanmaktadır. Bazılarının sandığı gibi,1974 yılında başlamadı. Kıbrıs’ı 1571 yılında fethettik. Yani, adadaki Türk varlığının tarihi neredeyse 450 yıllıktır.
1974 Kıbrıs Türk Barış Harekatına giden süreç nasıl gelişti?
1878 yılına kadar Osmanlının idaresinde olan Kıbrıs, bu tarihte geçici olarak İngilizlerin kontrolüne girdi. 1914 yılında İngilizler Kıbrıs’a el koydu. Daha sonraki süreçte Rumlar, Enosis hayaliyle, Türklere karşı şiddet olaylarını başlattılar.
Çok sayıda Kıbrıs Türkünün kanını akıttılar. 1963’ten 1974’e, geçen sürede Kıbrıslı Rumlar, Kıbrıs Türküne karşı adeta silahlı etnik temizlik kampanyası yürütmüşlerdir. 20 Temmuz 1974 Kıbrıs Türk Barış Harekatı başlatıldı. Bu vesileyle merhum Bülent Ecevit’i, merhum Necmettin Erbakan’ı ve şehitlerimizi anmadan geçmeyelim.
Peki, sonrası…
Harekat ile Kıbrıs Güney ve Kuzey olarak ikiye ayrılmış oldu. Fiili bölünme 1963’te başlamıştır. 1976 yılında Kıbrıs Türk Federe Devleti kuruldu. 15 Kasım 1983’te de oybirliği ile KKTC ilan edildi. 2004 yılında adayı bağımsız bir devlet haline getirmeyi öngören ve BM-Koffi Annan Planı devreye sokulmak istendi. Bu plana göre yeni kurulacak devletin adı da “Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti” olacaktı. Yapılan referandumda Türk tarafında “kabul”; Rum tarafında ise “ret” çıktı. Plan reddedildi.
“GAYELERİ TÜRK VARLIĞINI BİTİRMEK”
Bu şartlar altında Türkiye’nin tezi tam olarak nedir?
Türkiye, Kıbrıs’ta her zaman iki taraflı bir çözümden yana olmuştur. Buna karşılık, Rumlar hiçbir zaman Türkleri eşit statüde göstermemişlerdir. Azınlık sıfatıyla tanıma taraftarı olmuşlardır. Gayeleri de Türk varlığını bitirmektir. Merhum Rauf Denktaş AB yetkililerine bu konudaki tepkisini, “Bizi adada azınlık gibi görüyorsunuz.” sözleriyle dile getirmişti. Kıbrıslılık zorlaması hakkında da; “Kıbrıslı olan Kıbrıs’ın bitkisidir, eşeğidir. Biz Türk’üz onlar Rum.” şeklinde tepki göstermişti.
Türkiye açısından Kıbrıs’ın jeo-stratejik önemi hakkında ne diyorsunuz?
Bu açıdan bakıldığında, bu adanın hakimi, Türkiye’nin güney limanları dahil bütün Doğu Akdeniz’i himaye edebilecek güçte olur. Bu yeterli olur zannediyorum.
Son aylarda Doğu Akdeniz’de yaşananlara baktığımızda bunu daha net görüyoruz. KKTC’deki seçimin ve Sn. Ersin TATAR’IN seçilmesinin önemi de daha iyi anlaşıldı zannediyorum.
“TÜRKİYE HAKKINI İSTİYOR”
Kıbrıs’tan bahsederken, Doğu Akdeniz’de yaşanan sorun nedir?
Doğu Akdeniz’de bir gerilim yaşanmaktadır. Sebebi de bölgede bulunduğu düşünülen zengin gaz yatakları. Bu süreçte, Güney Kıbrıs Rum Kesimi, Lübnan, Mısır ve İsrail Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) anlaşması imzaladı ve bölgeyi tek taraflı olarak 13 parsele böldüler. KKTC ve Türkiye’nin hakları ihlal edildi. Rum Kesimi arama faaliyetlerine başladı, biz de Fatih Sondaj Gemisi’ni Akdeniz’e gönderdik. 27 Kasım 2019’da Libya ile bir Deniz Yetki Alanları anlaşması imzaladık. Yunanistan’ın Girit, Karpathos ve Rodos adalarının güneyinde kalan bölgeyi kendi kıta sahanlığı içerisinde kabul ettiğimizi ilan ettik. Daha sonra, Yunanistan’ın hak iddia ettiği bir bölgeye Oruç Reis’i gönderdik.
Bu konuda bir anlaşma veya uzlaşma söz konusu olabilir mi?
Türkiye’nin ve KKTC’nin haklarını ihlalden vazgeçerler ve bu konudaki tezlerimizi kabul ederlerse, elbette olur.
Türkiye ne istiyor?
Türkiye çok şey istemiyor. Sadece, deniz yetki alanlarının hakkaniyet ilkesine göre belirlenmesini istiyor. Yani hakkını istiyor. Bu bağlamda iki ölçütü öne sürüyor: Birincisi “oransal kıyı uzunluğu”, diğeri de “adaların varlığı”.
Yani diyoruz ki; daha uzun kıyı şeridine sahip olan ülkeler daha fazla deniz yetki alanına sahip olmalı ve hakkaniyet ilkesini bozan adalara yetki alanı verilmemeli.
Bunun pratiği de şöyle: Türkiye ve Yunanistan anakaralarına eşit uzaklıkta dikey bir hat çizelim, bu hattın doğusunda kalan adalara kıta sahanlığı vermeyelim. Bu tezimiz birçok yargı kararıyla da desteklenmektedir. Midilli, Rodos ve Sisam gibi bazı adalar hattın doğusunda.
Son olarak, Türkiye siyasetinde de dikkat çekici gelişmeler yaşanıyor. İyi Parti’de son günlerde yaşananlar hakkında ne söylersiniz?
İP, son günlerde iyice dolaştı, kör düğüm haline geldi. Öyle bir kör düğüm ki, İskender’in Kılıcı da çözecek gibi görünmüyor. Şimdilik, ipin ucunun kimde olduğu aranıyor. Kimi FETÖ’da diyor, kimi SOROZ’da. Bekleyip göreceğiz…
Eskiden radyo programları olurdu, “arkası yarın” diye. Bunlar da ona döndü. Kamuoyu hayret ve ibretle izliyor, ertesi günü de heyecanla bekliyor. Bu parti kurulduğundan bu yana, çok sayıdaki tartışmaları kamuoyuna yansıdı. Üst düzey partililer Akşener’i ve parti üst yönetimini suçlayarak ayrıldı. İddiaların hiç birinin yenilir yutulur tarafı yoktu. En hafifi “FETÖ ile dirsek teması, HDP ile birlikte hareket etme” iddialarından oluşuyordu.
Artık hesaplaşma sürecine girdiler. Hepsi de Meral Akşener’i hedef alıyor.
Kimileri buna iç mesele diyor. Bence “memleket meselesi” haline dönüştü. Memleket masası kuramadılar ama memleket meselesi haline geldiler.
Biz ne yapıyoruz? Vatandaş gibi izliyoruz. Tek farkımız; hayret etmiyoruz, heyecan duymuyoruz.
Biz bu filmin senaryosunun nerelerde kimler tarafından yazıldığını, sahneye nasıl konulduğunu biliyoruz. Bize inanmayanlar belki itirafçılara inanır.
Ne diyelim?
Bir yanıt bırakın