Bu tehlike gümbür gümbür geliyorken bu Parlamento tarihî sorumluluğunu yerine getirmeli ve erken bir tedbir olarak bu yasal düzenlemeyi hayata geçirmelidir.
Sosyal medya alanında bir düzenlemenin gerekliliği ortaya çıktığı günden beri ve bu mevzuat değişikliği konusunda çalışmaların başladığı zaman dilimi içerisinde değişik görüşler de beraberinde dile getirildi.
Biz de muhalefet partilerinin ve değişik siyasi fraksiyonlara ait milletvekili arkadaşlarımızın bu konudaki görüşlerini hem Parlamento çatısı altında hem Adalet Komisyonunda hem de dışarıda dinleme ve bu görüşlerden faydalanma imkânını da bulduk, hepsini de saygıyla karışlıyoruz.
Şimdi, tabii sıkça dile getirilen bir başka husus var, o da: “Bu kanun teklifinin şu an zamanı mıydı, sırası mıydı? Daha önemli konular gündeme alınamaz mıydı?” gibi bazı itirazlar dile getiriliyor.
Tabii, sosyal medyada oluşan tahribatın, sosyal medyada oluşan bataklığın 83 milyon, bütün yurttaşlarımız neredeyse mağdur olmuş durumdayken kesinlikle ve kesinlikle sosyal medya yasasının tam zamanıydı, tam sırasıydı. Dolayısıyla, bu konuda herhangi bir acelecilik söz konusu değil, hatta gecikmiş bir düzenlemeydi, inşallah, bu vesileyle de hayırlara sebebiyet vereceğine inanıyoruz.
Şimdi, sosyal medya platformları, tabii, ulaştığı etki gücünün neticesi olarak hayatımızın ayrılmaz bir parçası oldu. Milyonlarca kullanıcıyla birlikte, gerçekten çok ciddi bir boyuta ulaşan kullanıcıyla birlikte, dünya üzerinde, sadece Türkiye’de değil, çok ciddi bir etki gücüne ulaştılar ve sosyal medya şirketleri de bu etki gücünün farkında olmalılar ki kendi siber egemenlik alanlarını bütün dünyada oluşturma gayreti içerisine girdiler.
Bu siber egemenliği de sadece ama sadece bir platform olmaktan çıkartıp kendi anlayışlarına uygun siyasi ve ahlaki ve hatta kültürel bir egemenlik sahası oluşturma ve bunu diğer milletlere dayatma noktasında da politik bir duruşun içerisine sürüklendiler.
Şimdi, sosyal medya şirketlerinin ortaya koymuş olduğu bu tavır, takınmış oldukları bu tavır kendilerini bütün anayasal düzenlerin, bütün hukuk düzenlerinin üzerinde konumlandıran çarpık ve hastalıklı bir duruş.
Dolayısıyla dünya milletler ailesinin her bir ferdi, her bir devlet, anayasal düzenin üzerinde, sadece kendi kurallarını ve ideolojik duruşlarını temel bir duruş kabul ederek tüm egemenlik haklarını hiçe sayan bir siber zorbalığa doğru sürüklendiler. Tabii, bu durum ve tavır, sosyal medya platformlarını kuruluş amaçlarından hızla uzaklaştırdı, onun yerine denetimsiz birer bataklık hâline dönüştürdü.
Bugün, dünyada hiçbir hukuk sistemini tanımayan sosyal medya şirketleri, hiçbir anayasal düzenle kendini bağlı görmeyen ve kendi ilke ve prensiplerini -sözde kendi ilke ve prensiplerini- ortaya koyan sosyal medya şirketleri, bu denetimsizliğin içerisinde suç işleme özgürlüğü vadeden birer kurtarılmış bölge ve mahalle hâline geldiler. Dolayısıyla gündelik hayatta suç teşkil eden her eylem, sanal dünyada ve sosyal medya platformlarında özgürce dile getirilen, faili asla ve asla bulunamayan birer eylem hâline geldi.
Şimdi, bu bataklığın içerisinde, bu kurtarılmış mahallelerin içerisinde Türkiye olarak bizim milyonlarca gencimiz var; milyonlarca gencimiz her gün suçun ve suçlunun övüldüğü, ahlaksızlığın kutsandığı, hiçbir şeyin hesabının sorulmadığı bir bataklıkta maalesef günlük on on iki saat ve belki daha fazla mesailerini harcar durumdalar.
Şimdi, bilgiye erişimin temel kaynağı olması nedeniyle faydasının yanında, sosyal medyanın bu tip zararları bütün faydalarını gölgeler bir hâle geldi. Dolayısıyla bugün tüm bu gerçeklerden uzak bir şekilde sosyal medya yasasını tartışmaya başladık. Tartışmalarımızın tüm referans noktası ve sıkıştığı alan fikir hürriyeti ve ifade özgürlüğü kavramları üzerinden yapılmaya başlandı.
Bu kanun teklifinin hiçbir satırında sansürü amaçlayan, fikir hürriyetine darbe vurmayı amaçlayan, ifade özgürlüğünü kısıtlayan hiçbir niyet olmamasına rağmen muhalefetteki arkadaşlarımız bütün sorunu ifade hürriyeti kavramına sıkıştırarak bu çerçevede bir tartışma alanı oluşturmaya başladılar.
Şimdi tekrar ifade etmek isterim. Bu kanun teklifinin hiçbir satırında sansür ve ifade hürriyetine darbe vurmak niyeti olmamasına rağmen sanıyorum ki bir kamuoyu oluşturabilmek adına sürekli bütün tartışmalar fikir hürriyeti ve ifade özgürlüğüne sıkıştırıldı.
Şimdi, Türkiye Cumhuriyeti olarak biz anayasalı bir devlet değiliz, biz anayasal bir devletiz. İkisi arasındaki farkı uzun uzun anlatmaya gerek duymuyorum. Anayasal bir devlet olmamız nedeniyle Anayasa’da anlamını bulmuş temel hak ve hürriyetlerin her biriyle bağlı olduğumuz bu temel hak ve hürriyetleri korumakla yükümlü olduğumuz gibi Anayasa metninde bizlere yüklenen ödev ve görevleri de harfiyen yerine getirmek zorundayız.
Fikir hürriyeti, ifade hürriyeti, Anayasa’yla teminat altına alınmış temel hak ve hürriyet olabilir fakat yasama organına, yürütme organına ve yargı organına Anayasa’yla yüklenmiş başka görevler de vardır yani egemenliği kullanan bu üç dinamiğe başka görevler de yüklenmiştir.
Mesela bunlar bir tanesi Anayasa’nın 58’inci maddesi. Ne diyor Anayasa’nın 58’inci maddesinde? “Devlet, İstiklal ve Cumhuriyetimizin emanet edildiği gençlerin müsbet ilmin ışığında, Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda ve Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü ortadan kaldırmayı amaç edinen görüşlere karşı yetişme ve gelişmelerini sağlayıcı tedbirleri alır.
Devlet, gençleri alkol düşkünlüğünden, uyuşturucu maddelerden, suçluluk, kumar ve benzeri kötü alışkanlıklardan ve cehaletten korumak için gerekli tedbirleri alır.” 59’uncu maddede ne diyor? “Devlet, her yaştaki Türk vatandaşlarının beden ve ruh sağlığını geliştirecek tedbirleri de alır.”
Yani devletin fikir hürriyetini korumak kadar -ki bu yasayla aksine hiçbir düzenleme olmamasına rağmen söylüyorum- başka görevleri de vardır.
Anayasa’nın tam 13 maddesinde şu ifade geçiyor: “Genel ahlakın korunması ifadesi.” Hatta Anayasa metni 13 maddesinde genel ahlakın korunmasına o kadar önem veriyor ki temel hak ve hürriyetlerin genel ahlakın korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilme yetkisini de bu Parlamentoya veriyor.
Dolayısıyla Anayasa’nın 13 maddesinde atıf yaptığı “genel ahlakın korunması” bu yasanın çıkarılmasında da ortaya konulmasında da hazırlanmasında da temel referans noktalarından bir tanesi.
Yani meselemiz ve amacımız, fikir hürriyetine musallat olmak değil. Meselemiz ve amacımız ifade hürriyetinin, ifade özgürlüğünün kısıtlanması değil. Temel amaç, sosyal medyanın regüle edilmesi yani bir taraftan düzenlenirken bir taraftan denetlenmesi ve gençlerimizin de bu ahlaki bir bataklık hâline gelmiş burayı daha faydalı ve daha korunaklı bir şekilde kullanmasının temin edilmesi.
Şimdi, tabii, burada bu kanun teklifini tartışan hemen herkes siyasetçi olduğu için, milletvekili olduğu için bütün tartışmalar geliyor ve sahte hesaplarla uğranılan itibar suikastları ve iftiralara sıkışıp kalıyor.
Bu, bir gerçek, hepimiz bunun mağduruyuz; toplumun genel katmanları da bu işin mağduru olmakla beraber -az önce burada ifade etmiş olduğum gibi- artık günlük hayatta itibar görmeyen; hâl, hareket, tavırları, kişiliği nedeniyle, hastalıklı yapısı nedeniyle toplumdan izole edilmiş isimlerin âdeta böyle bir akın akın sosyal medyada sahte hesaplarla egemen bir dinamik hâline gelmesi ve bu hastalıklı dili, sağlıksız dili de sosyal medyanın egemen dili hâline getirmesinden hepimiz rahatsızız. Dolayısıyla bu düzenlemelerle, en azından bu hastalıklı yapının evet, sosyal medyadan tasfiyesini amaçlıyoruz.
Şimdi, Adalet Komisyonunun görüşmeleri esnasında muhalefet partilerine mensup milletvekili arkadaşlarımız sabahın ilk ışıklarına kadar görüşlerini ifade ettiler, biz de bunları saygıyla dinledik.
Şimdi, Cumhuriyet Halk Partisinden bir milletvekili arkadaşımız, yine İYİ PARTİ’den bir milletvekili arkadaşımız -sanıyorum ki Feridun Bahşi’ydi- yasaya itirazlarını dile getirirken bir hususu açıkladılar. Bu durumun, ya gerçekten bilgiye vakıf olmamaktan kaynaklandığını, yahut da bilerek kamuoyu oluşturmak adına bu görüşün dile getirildiğini düşünüyoruz.
Nedir bu görüş? Hem CHP’den geldi bu görüş hem İYİ PARTİ’den geldi; kınamıyoruz ama bu eksikliği, bu kürsüden düzeltmek durumundayım. Zaten sosyal medyada tehlike ve suç teşkil eden bütün eylemlerin Türk Ceza Kanunu’nda bir karşılığı olduğunu, dolayısıyla ek bir düzenlemeye gerek duyulmadığına ilişkin görüşler ifade edildi.
Şimdi, evet, Türk Ceza Kanunu’na göre bu eylemlerin tamamı suç, bununla ilgili bir sorun yok fakat Türk Ceza Kanunu’na göre adam öldürmek de suç. Eğer ki failini bulursanız Türk Ceza Kanunu’nda yazan maddenin bir anlamı olur, failini bulamadığınız bir eylemin cezalandırmasını yapamadığınız sürece bir anlamı yok.
Şimdi, Sayın Özgür Özel bir başka şeyden bahsetti, dedi ki: “Gençlerin sosyal medyaya öyle bir bağı var ki Hindistan’da TikTok kapatılınca o gece 3 genç intihar etti.” Şimdi, kabul, üzüntü verici bir durum ama biz bu bağımlılığın peşinde sürüklenmek sorumsuzluğu içerisinde olamayız. Yani Hindistan’da ölmüş 3 genci görüyorsak, her gün bu bataklıklarda ahlaken ölen, ahlaken çürüyen gençlerimizi de görmek ve onları da koruyucu tedbirler almak zorundayız.
Dolayısıyla, sigara içme yaşının 11’e düştüğü bir ülkede, o zaman gençlerin ilgisi var diye sigarayla mücadelemize de son verelim; uyuşturucu kullanma yaşının 13’e düştüğü bir yerde, gençlerimiz uyuşturucuya ilgi gösteriyor diye uyuşturucuyla olan mücadelemize de son verelim. Şimdi, böyle bir mantık ve mantaliteyle bu yasanın ele alınması mümkün değildir. Dolayısıyla, tıpkı sigaranın zararlarını anlayabilmemiz için, binlerce insanımızın kanser olmasından sonra uyanıp da…
Evlerde, biliyorsunuz, misafir odalarında bile konsollar vardı, içi sigara dolu, onları kaldırmak için biz yirmi-yirmi beş sene, otuz sene bekledik; toplumda sigaranın yarattığı tahribatı görmek için bekledik.
Şimdi sosyal medyanın da tüm topluma kanserli hücreler yaymasını bekleyemeyiz. Bu tehlike gümbür gümbür geliyorken bu Parlamento tarihî sorumluluğunu yerine getirmeli ve erken bir tedbir olarak bu yasal düzenlemeyi hayata geçirmelidir.
Tabii, vakit sınırlı olduğu için, değinmemiz gereken birçok konuya değinemiyoruz ama nihai olarak şunu söylemek istiyorum: Toplumun kanayan bir yarasıdır ve günden güne daha büyük bir travma hâline gelen bu konuda ortaya konulmuş, belki yeterli olmayan ve zaman içinde geliştirilecek bu kanun teklifini Milliyetçi Hareket Partisi adına destekliyor ve milletimiz için de hayırlı bir gelişme olarak kabul ediyoruz.
Bir yanıt bırakın