Egemenliğimize ne el, ne de dil uzatılmasına izin veririz. Ayasofya üzerindeki hakkımız tartışmaya bile açılamayacak kadar berrak ve net, üzerinde hiçbir ülkenin fikir serdedemeyeceği kadar sabittir.
Hükümetin de son kararı verirken, Ayasofya’nın ibadete açılması yönünde millet nezdinde beliren arzu ve kamuoyuna yansıyan iradeyi görmezden gelmeyeceğini biliyoruz. Hükümetin, büyük ecdadımız Fatih Sultan Mehmet’in bıraktığı tarihî vasiyeti de göz önüne alacağından şüphe duymuyoruz.
Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul Milletvekilimiz Sayın Prof. Dr. E. Semih YALÇIN’ın, “Ayasofya’nın Statüsü hakkında” yapmış olduğu yazılı basın açıklaması
Danıştay 10. Dairesi’nin; Ayasofya’ya müze statüsünü veren 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararının iptali istemiyle açılan davada kararın açıklaması beklenmektedir.
Söz konusu karar açıklanmadan önce, MHP olarak; milletimizin vazgeçilmez egemenlik hakları ve bekası açısından büyük önem taşıyan bazı hususların altını bir kez daha çizmeyi görev biliyoruz.
Batı dünyasında hâlâ Ayasofya’nın unutulmamış olması ve 576 yıl önce sonsuza dek Türklere ait bir varlık hâline gelmiş olan bu ibadethaneyle ilgili beyhude rüyalar görülmesi çok manidardır.
Yüzyıllarca süren Haçlı seferlerine son veren ve tarihin akışını değiştiren büyük bir hamlenin küresel etkileri karşısında duyulan eziklik ve aşağılık duygusunun, hafızalardan silinmediği anlaşılmaktadır.
Osmanlı Devleti’nin Batılı güçlerle yaptığı askerî, siyasi ve diplomatik savaşlarda; hep bu sinsi ve aşağılık emellerin yansımaları görülmektedir.
Birinci Dünya Savaşı sonunda İngiltere güdümündeki Yunan askerleri tarafından Batı Anadolu’nun işgal edilmesinin arkasında da benzer hedefler vardır.
Yunanistan ise İstanbul’u yeniden Konstantinopolis yayıp Bizans başkenti hâline getirmeyi ve Ayasofya’yı yeniden kiliseye dönüştürmeyi hayal etmiştir.
Anlaşılan o ki Ayasofya hakkında hadsiz değerlendirmelerde bulunan Atina ve Yunanistan Başpiskoposu Ieronimos’un şuuraltında da bu imkânsız rüya, bu bahtsız ütopya vardır.
Ayasofya’nın ibadete açılmasına ilişkin; Başpiskoposun, “Türkiye bunu yapmaya cüret edemez.” Demesi, bizim için ezik bir ümit ve zavallı bir temenni ilanından fazla değer taşımamaktadır.
Türkiye’nin iç işlerine karışmaya yeltenen bu kendini ve yerini bilmez din adamı, uluslararası alanda Hristiyan dünyasının dikkatini çekerek Ankara’nın Ayasofya üzerindeki tasarrufu konusunda caydırıcı olacağını sanıyorsa aldanmaktadır.
Başpiskopos, öncelikle neden Atina’da hiçbir cami bulunmadığını sorgulamalıdır. Selanik’ten Mora’ya kadar geniş bir alanda Osmanlı bakiyesi yüzlerce tarihî eserin hoyratça ve vandallıkla neden yok edildiğini dünya kamuoyuna açıklamalıdır.
Türkiye’ye ayar vermeye cüret eden Batılı politikacılar da sadece Yunanistan’da değil; bütün Balkanlarda turistik ve kültürel açıdan paha biçilemeyecek kadar kıymetli olan Osmanlı bakiyesi binlerce ibadethane ve dünya mirası tarihî eserin neden barbarca yıkılıp izlerinin silindiğinin hesabını vermelidir.
Batılı politikacılar ve din adamları tarafından Ayasofya’nın gündeme getirilmesi, elbette Türkiye’nin egemenlik haklarına saldırıdır. Ancak mesele egemenlik haklarından ibaret değildir. Ayasofya meselesi, sadece Fatih’in 567 yıl önce bu tarihî yapıyı camiye kalbetmesinden ibaret de değildir.
Ayasofya’nın, Türk milletinin İstanbul’da ve üç kıtadaki egemenlik haklarının ve varlık iadesinin somut delili, inkâr edilemez sembolü olduğunun herkes farkındadır.
Ayasofya üzerindeki hakkımız tartışmaya bile açılamayacak kadar berrak ve net, üzerinde hiçbir ülkenin fikir serdedemeyeceği kadar sabittir.
Asıl mesele; Türk milletinin, şehit kanlarıyla sulanan bu mübarek topraklardaki egemenliğinin kalıcı ve ebedî olacağını Millî Mücadele sırasında bir tokat gibi müstevlilerin suratına indirmesinin acısının unutulmamasıdır.
Ayasofya’nın gündemde tutularak bağımsız Türk yargısını etkileme ve hükümetin bu alandaki tasarrufunu engelleme çabalarının arka planında, Salip’le Hilal’in mücadelesi vardır.
Ayrıca Ayasofya’nın sadece inanç ekseninde değerlendirilmesi, onun milletimiz açısından taşıdığı tarihî değeri sınırlamak olur.
Ayasofya’nın varlığı küresel nitelikli ama kimliği millîdir.
Milletimizin Ayasofya’ya bakışının arkasında, büyük bir devlet geleneği ve insanlığın ebedi saadetini temin etme ülküsü yatmaktadır.
Ayasofya, cihanşümul yönetim anlayışını İstanbul’da somutlaştıran bir abidedir.
Öte yandan Türkiye; ibadet hürriyeti ve kutsal mekânların korunması konusunda en çok titizlik gösteren, farklı din ve inançlara en geniş serbestiyi tanıyan ülkelerin başında gelmektedir.
İstanbul’dan Kars’a, Edirne’den Hakkâri’ye kadar Türkiye topraklarının dört bir yanında üç semavi dinin ibadethaneleri; büyük bir özgürlük havası içinde hizmet vermektedir.
Bu husus; milletimizin tarihî müsamaha, insana hizmet ve yönetim anlayışının en dikkate değer yanlarındandır.
Tarihe ve beşeriyete böylesine yüksek değerler kazandırmış bir milletin egemenliğini sorgulamak; Atina’daki üç beş papazın, okyanus ötesinden ve Avrupa’dan küresel jandarma rolüne soyunan siyasetçilerin haddine düşmez.
Egemenliğimize ne el, ne de dil uzatılmasına izin veririz.
Milletimiz; egemenlik hakları söz konusu olduğunda caydırıcı olmaya niyetlenen hiçbir haricî odağa boyun eğmemiştir, bundan sonra da eğmeyecektir.
Türk milleti adına karar alan yargı mercii de, vazgeçilmez hak ve çıkarlarımızı göz ardı edecek bir karar vermeyecektir.
Danıştay’ın ilgili dairesinden; bizi sorgulamaya cüret eden Batılı siyasetçilerle hâlâ Hilal-Salip kavgası uman ve aklı mazide kalmış bazı din adamlarına tarihî ders mahiyetinde bir karar çıkmasını bekliyoruz.
Danıştay 10. Dairesi’nin; millet adına karar verirken millî irade ve temayülü dikkate alacağına, ayrıca Ayasofya’nın vakıf malı statüsünde olduğu gerçeğini göz önünde bulunduracağına inanıyoruz.
Ayasofya’nın statüsüyle ilgili nihai karar hakkı ve yetkinin, egemenlik ve bağımsızlık hukukumuzun millet adına icrai temsilcisi olan hükümete ait olduğunu kamuoyuna hatırlatıyoruz.
Hükümetin de son kararı verirken, Ayasofya’nın ibadete açılması yönünde millet nezdinde beliren arzu ve kamuoyuna yansıyan iradeyi görmezden gelmeyeceğini biliyoruz.
Hükümetin, büyük ecdadımız Fatih Sultan Mehmet’in bıraktığı tarihî vasiyeti de göz önüne alacağından şüphe duymuyoruz.
Son olarak; Türkiye’nin egemenlik haklarına dil uzatmaya yeltenen küresel aktörlere, -tarihte hep yaptığımız gibi- yeni bir tarihî ders vermenin tam zamanı olduğunu duyuruyoruz.
MHP olarak; hükümetin millî çıkarlarımız paralelinde alacağı kararın arkasında var gücümüzle, -milletten aldığımız kuvvetle- yalçın kaya gibi duracağımızı şimdiden bir kez daha ilan ediyoruz.
Bir yanıt bırakın