Değerli Milletvekilleri,
Saygıdeğer Misafirler,
Sayın Basın Mensupları,
Haftalık olağan parti grup toplantımıza başlarken sizleri saygı ve muhabbetle selamlıyorum.
Bir milletin ruhu zapt olunmadıkça, mukavemeti kırılmadıkça o millete hâkim olmak, esaret altına almak takdir edeceğiniz gibi mümkün değildir.
Türk milleti asırlardır sayısız badire ve belaları def ederek bağımsızlığını korumayı başarmıştır.
Üzerinde yaşadığımız vatan coğrafyasının bedeli çok ağır ödenmiştir.
Ve bu bedelin namusunu müdafaa edecek vatan sevdalılarının yılgınlığı ve yorgunluğu da hiçbir zaman görülemeyecektir.
Tarih boyunca şehit ve gazilerimizin eşsiz ve emsalsiz fedakârlıklarıyla Türk vatanı maddi ve manevi korumaya alınmıştır.
Üstte gök delinmedikçe, altta yer yarılmadıkça ilimizi ve töremizi elbette bozmaya kimsenin, hiçbir muhasım ve müstevli emelin gücü yetmeyecektir.
Türklük titreyip kendine döndüğünden beri korkak ve hainlerin kaçacak fare deliği, sığınacak ağaç kovuğu aramaktan başka çareleri olmamıştır.
Aziz ecdadımız, zalimler karşısında el pençe divan durmaktansa kızgın kireci elle yoğurmayı tercih edecek kadar kararlı ve kahramanca bir tutum sergilemiştir.
Önüne geleni kapan, ardına geleni tepen; işine geleni öven, gelmeyeni döven sütü ve soyu karmakarışık olanlar milletimizi anlayamayacak, anlasalar bile itiraf edemeyeceklerdir.
Türk milletinin son yurdundaki tarihi duruşu malum ve melun çevreleri sürekli ürkütmüş, tedirgin etmiştir.
Bununla da kalmamış devamlı acımasız ve vahşi arayışlara itmiştir.
Türk deyince yüzü asılan, nefesi daralan, eli ayağına dolaşan, dili damağına yapışan batılın bekçileri, küfrün yedekleri ölüm kusmak, fitne yaymak için adeta yarış içine girmişlerdir.
Bunlar zulmü egemen kılabilmek maksadıyla Türk milletinin önünü kesip yayılım ateşine tutmaktan hiç vazgeçmemişlerdir.
Terörizm bu çerçevede devamlı surette kullanılagelmiştir.
Şu gafilliğe ve garabete bakınız ki, terörle tükeneceğimizi sanıyorlar.
Bedenlerimizin yere serilmesiyle vatanın yerle yeksan olacağını hesaplıyorlar.
Pes edeceğimizi, geri çekileceğimizi, kendi kendimizi yiyip tüketeceğimizi düşünüyorlar.
Bu nedenle insani değerlerini tamamen aldırmış kan içici piyonlarıyla durmadan saldırıyorlar, hiç olmayan şanslarını ısrarla deniyorlar.
Çok şükür bu aziz milletin şehitler tepesi boş değildir.
Ve toprak yatacak erleriyle, bayrak tutacak neferleriyle vardır, ilelebet de olacaktır.
Şehitler kervanına katılan ve bir hilal uğruna sere serpe rahmete uzanan evlatlarımız oldukça Türkiye sapasağlam duracak, hıyanetin safları eninde sonunda dağılacaktır.
Elbette gün aşırı gelen şehit haberleri hepimizi kahretmektedir.
Geçen hafta maalesef 9 kahramanımız şehit olmuştur.
12 Ekim’de Şırnak’ta Uzman Onbaşı Sercan Öklük,
14 Ekim’de Hakkâri Şemdinli’de Er Doğan Çamurlu; Mardin Mazıdağı’nda Er Yunus Kaymak, Uzman Çavuş Fehmi Altundaş, Uzman Çavuş İslam Akyüz,
16 Ekim’de Hakkâri’de Uzman Çavuş Mesut Polat; Gaziantep’te Polis Memurları Hüseyin Cengiz, İlhan Güleç, Yaşar Polat şehadet şerbetinden içmişlerdir.
Terörizmle mücadele süreci ne kadar acı ve yüksek maliyetli olsa da dayanacağız, düşman kuşatmasını Allah’ın izniyle hep birlikte yaracağız.
Nitekim başka bir seçeneğimiz yoktur.
Teslim olup tavize yanaşacağımızı düşünen varsa ya uyukluyor ya da uyuşmuş beyni ile yaşıyordur.
Terörün panzehri birlik ve dayanışma ruhunun canlı tutulmasıdır.
Biz bu ruha sahip olduktan sonra ister yedi düvel zincirlerinden boşanmış halde geri gelsin, nafiledir.
Türk milletini bölme, Türk vatanını bölüşme hayalleri kuranların hevesleri kursaklarında kalacaktır.
Bir kez daha şehitlerimize Cenab-ı Allah’tan rahmet dilerken, acılı ailelerine, silah arkadaşlarına ve milletimize başsağlığı niyazlarımı bildiriyorum.
Halen tedavi altında bulunan kardeşlerimize acil şifalar temenni ediyorum.
Biliniz ki, asil azmaz bal kokmaz; kokarsa yağ kokar, onun da aslı ayrandır.
Demem odur ki, Türk milleti aslından, neslinden, kökünden, kültüründen, milli ve manevi emanetlerinden kopmayacak, koparma çabasında olanlara da asla göz açtırmayacaktır.
Değerli Arkadaşlarım,
Ülkemiz beka düzeyinde risk ve tehditlerle karşı karşıyadır.
Milli güvenliğimiz iç ve dış gelişmelerin seyir ve sonuçlarına yakından bağlıdır.
Türkiye’nin de içinde bulunduğu geniş coğrafyalar diken üstündedir.
Emperyalist odakların, işgal ve istilayı stratejik amaç edinmiş küresel senaristlerin yoğun uğraş ve faaliyetleriyle Ortadoğu tümden kilitlenmiş, terör örgütlerinin tasallutuna girmiştir.
Aşırılaşan etnik ve mezhep kamplaşması devasa bir coğrafyayı karanlığa gömmüştür.
Suriye meçhule sürüklenen metruk bir tekne gibidir.
Bu teknenin dümeni bozuk, pusulası kırık, yakalandığı fırtına azgındır.
Şam buruk, bulanık ve bunalımdadır.
Halep feryat figan içinde kan ağlamaktadır.
İnsani yardım konvoyları, hastaneler, masum canlar hedef alınmaktadır.
Ateşkes derhal sağlanmazsa Halep imha olacaktır.
Devasa bir kültür ve medeniyet birikimi adeta ölüme terk edilmiş, vandalların, barbarların, infaz ve suikast timlerinin yağma ve talanına bırakılmıştır.
Halep’in baskı ve zulümden kurtarılması hem kardeşlik ve tarihi bağlarımız hem de insani ve İslami hassasiyetler gereğince acil ve zorunludur.
Meseleye bakışımız doğal olarak yabancıların bakış ve yaklaşımı gibi olamayacak, olmayacaktır.
Çünkü Halep’in kader çizgisiyle Anadolu coğrafyasının istikbal rotası ayrı ve birbirine uzak değildir.
İnkâr ne mümkün, kaderimiz örtüşmekte, yollarımız kesişmektedir.
Halep emniyette değilse, Gaziantep, Hatay elbette tehdit altındadır.
Şam huzur ve istikrara muhtaçsa, Ankara’nın bundan etkilenmemesi ihtimal bile değildir.
911 km’lik sınırımız olan Suriye’nin 6 yıla yaklaşan iç savaş ortamı ülkemize az ya da çok tesir etmiştir.
Türkiye’nin komşu ülkelerdeki kontrolsüz ve nerede duracağı belli olmayan savrulmalara uluslararası hukuk temelinde ve milli güvenliğini temin amacıyla müdahil olması kaçınılmazdır.
Tam tersi bir durum ülkemizi daha da pasif hale sokacak, müellifleri belli olan şiddet ve cinayet oyunlarına karşı savunmasız bırakacaktır.
Dünyanın diğer ucundan Ortadoğu’ya kalkıp gelen, siyasi ve askeri operasyon yapmayı meşru addeden ülkelerin Türkiye’nin çağrı ve taleplerine kulak tıkaması bir defa kabul edilemeyecek ilkellik ve işgüzarlıktır.
Komşu ülkelerin geleceklerini tayin yetkisini kendilerinde gören aymazlar; aynı zamanda Müslümanların canına, malına, ırzına kast eden zalimler kafilesidir.
Bir asrı aşan süredir Ortadoğu’da hesap yapan, çetele tutan, düne kadar hâkimiyetimizde huzur içinde bulunan coğrafyalara kanlı ambargo koyan malum ülkelerin sahtelikleri, ayak oyunları ve yalanları bardağı çoktan taşırmıştır.
Bunlar Türk-İslam âlemine hep fitne aşılamışlardır.
Öyle ki, kimi zaman irtibat subayı görünümüyle, kimi zaman yerli kanaat önderi kisvesiyle, kimi zaman da manevi rehber edasıyla niyetlerini saklamışlar; buldukları ilk fırsatta da dedikodu yaymışlar, anlaşmazlıkları kamçılamışlar, ihtilafları kaşımışlardır.
Özgürlük ve demokrasi çığırtkanlarının önce bu değerleri dürüst bir şekilde özümsemesi, kabullenmesi ertelenemez bir ihtiyaçtır.
İslam toplumlarının artık haçlı projelerinin zamanla büyüyüp genişleyen ablukasından sıyrılıp belini doğrultması çok ama çok elzem hale gelmiştir.
Bölge halklarının geleceği buna bağlıdır.
Türkiye’nin çevresinden kendisini soyutlaması, içe kapanıp etrafıyla bağını kesmesi doğru olmadığı gibi mümkün de değildir.
Tarihin ve coğrafyanın milletimize yüklediği sorumluluklar vardır.
Ve bu sorumluluklar ABD istedi, Almanya buyurdu, Birleşik Krallık dayattı, Fransa zorladı diye kesinlikle ihmal edilmeyecek, yok sayılmayacaktır.
Jeo-politik üzerinde yaşadığımız coğrafyanın yöneticilere yüklediği vizyon ve mükellefiyetleri tanımlar.
Belirlenmiş yüksek ve milli siyaset, kaynağını ve duruşunu elbette coğrafyadan alır.
Her coğrafyanın takip edilmesi, nesilden nesile aktarılması gereken politikaları vardır ve bellidir.
Son vatanımızda yaşıyor olmanın da bir jeo-politiği vardır ve asırlardır değişmemiştir.
Politik dinamiklerin çarpıtılması, çiğnenmesi başka başkentlerin çekim alanına paldır küldür girilmesi, açık açık söylüyorum, sadece komşu ülkelerle ilişkilerimizin kesilmesine yol açmayacak, daha korkuncu bize bir vatan kaybettirecektir.
Misak-ı Milli aynı zamanda stratejik bir doğruluş, başkalarının değil bizzat milli ruh ve iradenin hayat ve varlık alanlarımızı belirlediği muhteşem politik dirilişin belgesidir.
Kurucu kahramanların yüzyıllardır devam edegelen sancılı ve feci geri çekilme akışına set çekmek, son vermek ve tavizin son sınırını çizmek için Misak-ı Milli’yi kaleme aldıkları açık ve bilinen bir gerçektir.
Milli Yemin Jeo-politik şuur ve duruşun eseridir.
Türkiye bu şuura sahip olduğu müddetçe Şam’daki gelişmeleri izleyecek, Halep’le ilgilenecek; Musul, Kerkük sevdasından ödün vermeyecek, veremeyecektir.
Sarıkamış’ta donduğumuz kadar çöllerde kavrulduk.
Kudüs’teki Zeytindağı’ndan çekilsek de Toroslar’da durduk, Erciyes’te tutunduk.
Mekke’de vurdular, Sakarya’da dirildik.
Yemen’de durdurdular, Dumlupınar’da yola koyulduk.
Kanadımızı-kolumuzu tahrip ettiler, taarruzla cevap verdik.
Bağdat’ı Bursa’dan, Hicaz’ı Hakkari’den, Trablusgarp’ı Trabzon’dan ayrı görmedik.
Hayallerimiz bir oldu, özlemlerimiz bir.
Kıblemiz bir oldu, inancımız bir.
Böylece yakın coğrafyalardaki her dağa, her taşa, her sokak ve caddeye izlerimizi kazıdık, adalet ve hoşgörü içinde Türk’ün adını yazdık.
Buraları vatan bildik, vatan yaptık.
Ne var ki hüzünlü ve acı verici şekilde kaybettik.
Mescid-i Aksa’nın, Mescid-i Haram’ın, Mescid-i Nebi’nin umutlarını yarım bırakarak, ecdadımızın hedeflerini, manevi büyüklerimizin hatıralarını kalbimize iliştirip milli hafızalara naklederek gerisin geriye Anadolu yollarına düştük.
Elifi görse mertek sananların bunları idrak etmesini beklemiyoruz.
Cehalet çukurunda tepinenlerin, samana kazık çakma merakında olanların bu hakikatleri anlamasını da ümit etmiyoruz.
İfadelerimizi millet sahiplensin, Türkiye’yi yönetenler ve Türk tarihinin yükümlülüklerini milli bir görev sayanlar bilsin, bize yetecek, maksadımız inşallah hâsıl olacaktır.
Daha önce söyledim, bu vesileyle tekrar ediyorum:
Anlamlandırmakta güçlük çekenlere yeniden hatırlatıyor, yeni baştan haykırıyorum.
Misak-ı Milli Mülk-ü Millettir: Millet ise Türk’tür.
Değerli Milletvekilleri,
Uzun bir süredir konuşulan, devamlı gündemde tutulan Musul operasyonu dün sabaha karşı devreye alınmıştır.
Irak’ın en büyük ikinci kenti olan Musul’un IŞİD tarafından işgali 6 Haziran 2014 tarihinden itibaren başlamış, beş gün için de işgal tamamlanmıştı.
Irak Türkmenlerinin yurdu ve yuvası terör örgütü IŞİD tarafından ele geçirilmiş, istila edilmişti.
İki yılı aşkın süredir Musul canilerin kontrolündedir.
İslam’ı şirret ve melanet amaçlarına alet edecek kadar gözü dönen, bayraklarında siyahlık kadar ruh ve vicdanları da kararan teröristler Musul’a kast etmişlerdir.
Dün gece saat 01.40’ta dünyaya ilan edilen askeri harekâtla Musul’un IŞİD’ten temizliği için düğmeye basılmıştır.
Türkiye’ye karşı ileri geri konuşan, sömürgeci güçlerin elinde oyuncağa dönen Irak Başbakan’ı Haydar El İbadi, operasyonun ilk saatlerinde, zafer vaktinin geldiğini, Musul’un kurtarılma operasyonun başlatıldığını duyurmuştur.
İbadi altını çizerek, Musul’a sadece Irak ordusunun ve polis güçlerinin gireceğini ileri sürmüş, özellikle ülkemize hadsizce durum ve pozisyon hatırlatması yapmıştır.
Irak’ın Türkiye’ye karşı uyguladığı gerilim politikası öncelikle muhataplarını mahcup edecek, yüzleri varsa kızartacaktır.
Musul’u, bir avuç IŞİD’li çapulcunun eline bırakıp kaçan sanki kendileri değilmiş gibi konuşan İbadi ve yandaş kümesinin komşuluk hukukuna riayet ve hizmet etmediği ortadadır.
Bunlar hem kel hem foduldur.
Türkiye’nin Irakla olan sınır uzunluğu 350 km’dir.
Bundan daha mühimi, Musul’un, Musul’da yaşayan kardeşlerimizin varlık ve çıkarlarını müdafaa etmek ülkemizin en tabii hakkı ve boyun borcudur.
Bağdat yönetiminin bundan gocunması abesle iştigaldir.
Başbakan İbadi ve yönetiminin Türkiye husumetini hazmetmek, vakay-i adiyeden görmek eşyanın tabiatına da aykırıdır.
Bize göre Musul’dan IŞİD’in sökülüp atılması, bu Türkmen şehrinin asıl ve hak eden sahiplerine teslimi muhakkak surette sağlanmalıdır.
Anlaşıldığı kadarıyla peşmerge unsurlarıyla Türkiye’nin Başıka’da eğittiği Ninova Muhafızları kuzey ve doğudan, Irak ordusu ve diğer milis güçler ise güneyden IŞİD’e saldırmışlardır.
Açılan üç cepheden IŞİD kıskaca alınmıştır.
Operasyonun kritik üssü olan Zertek Dağı’nda ABD’li askerler peşmergeyle birlikte hareket etmekte ve çarpışmaya katılmaktadır.
Musul kent merkezine 20 km uzaklıkta bulunan Başıka’ya konuşlanan ABD’li askerler IŞİD hedeflerini obüs atışlarıyla vurmaktadır.
Ayrıca ABD ve Fransa’ya ait savaş uçakları da IŞİD mevzilerini bombalamaktadır.
IŞİD ise boş durmamış, savaş uçaklarının görüş açısını kapatmak amacıyla kent çevresinde kazdığı hendeklere ham petrol döküp ateşe vermiştir.
Şu ana kadar Musul’un 10’u aşkın köyünün IŞİD’ten alındığı iddia edilmektedir.
Bunlar oluyorken, Musul’un doğusunda operasyona giden bir askeri konvoya dün bomba yüklü araçla düzenlenen intihar saldırısı sonucundan 70 Iraklı asker hayatını kaybetmiştir.
Saklamaya, gizlemeye yer yoktur: Musul operasyonun başını ABD çekmektedir.
Kara gücü olarak planlanan askeri varlığın sayısı 36 ülkeden katılımlarla birlikte 30 bini bulmaktadır.
Hatta ABD ve İran arasında yapılan anlaşmaya göre PKK’lı teröristlerle birlikte Haşdi Şabi milislerinin de Irak ordusu çatısı altında operasyona katılacakları iddiası gündemdedir.
Bu nasıl bir ittifaktır?
PKK’nın Musul operasyonunda ne işi vardır?
Türkiye’ye ne mesaj verilmekte, ABD ne yapmaya çalışmaktadır?
Irak Başbakanı, kendi topraklarındaki yabancı postalları ve terör örgütlerini görmeyip Türkiye’ye Musul’a gelme çağrısını nasıl, hangi hakla yapabilmektedir?
İbadi’nin yolu yol değildir.
Irak’ta katledilen bir milyon Müslüman’ın faillerine kucak açan İbadi yönetiminin mantığı tıpkısıyla celladına bağlanmış bir köleden farksızdır.
PKK, Musul’un hemen batısındaki Sincar’a yerleşmiştir.
Türkiye’nin kapılarını açıp yardım elini uzattığı Ezidilerin sırtımızdan hançer salladıklarını görmemek için kör olmak lazımdır.
Başta PKK olmak üzere, Türkiye düşmanlarının Irak topraklarında mevzi elde etmesi ne dostluğa sığacak ne de komşuluk hukukuyla bağdaşacaktır.
İbadi kimin nam ve hesabına çalışmakta, kimlere diyet borcunu ödemektedir?
Türkiye’yi Musul’dan uzak tutma gayretleri, Başıka’dan çıkması için zorlama çabaları neye ve kimlere hizmettir?
Başıka’ya TSK davet edilirken bir şey yoktu da, şimdi mi oldu?
Başıka bekamızın kilit noktalarındandır, terk etmek, boşaltıp dönüş yapmak kabus demektir.
Yıllardan beri sınır ötesinden, bilhassa Irak’tan kaynaklanan terörist saldırılar çok sayıda şehadete, milli infiale neden olmuştur.
Türkiye meşru müdafaa hakkını kullanmak durumundadır.
İbadi ister kabul etsin, isterse etmesin; büyük devlet olmanın vakar ve haysiyeti bunu gerektirmektedir.
Türkmenler katliama maruz kalırken, Türkmeneli’nin demografik omurgası bozulurken Irak ne yapıyor, neyle meşgul oluyordu?
Musul üzerinden yürüyen mücadelelerin yalnızca IŞİD’i kovmak olmadığını aklı başında herkes bilmektedir.
Barzani aksini söylese de, Musul’daki nüfus yapısının zedelenmesi, etnik ve mezhep dengesinin tersine çevrilmesi bölgeyi tamamıyla ateşe atacaktır.
Ülke olarak güvenliğimizi, toprak bütünlüğümüzü ve soydaşlarımıza reva görülen acımasız saldırıları tesadüflerin akıbetine bırakamayız, görmezden gelemeyiz.
Türkemeneli’ni çaresizliğe terk edemeyiz, etmemeliyiz.
Boşuna söylemedik, boş yere kendimizi avutmadık.
Kerkük Türk’tür, Musul, Telafer Türk’ün öz yurdudur.
Bize ne işiniz var Musul’da diyenler, ahlaklı ve utanma sahibi iseler, önce kendilerinin ne aradığını açıklamak, netliğe kavuşturmak mecburiyetindedir.
Türkiye’nin Irak’ın toprak bütünlüğüne saygısı vardır ve olmalıdır.
Komşu komşunun külüne, sesine, nefesine muhtaçtır.
Ancak bir süre sonra, BM’nin de öngördüğü şekliyle, Musul’dan mülteci göçü başlayıp sınırlarımıza yığılmalar olduğunda ne olacak, terör tehdidi devam ederse Irak’ı kuklaya çeviren müttefik ülkeler ne diyeceklerdir?
Musul’un batısında bulunan Türkmen kenti Telafer’de katliam yapılırsa bunun hesabını kim ya da kimler verecektir?
İran’ın tahrikleriyle mezhep gerilimi savaşa dönerse bölge ve dünyanın ne hale geleceğini şimdiden kestiren var mıdır?
Türkiye Musul konusunda seyirci kalmamalı, geride durmamalı, tribünden izlememelidir.
Ancak bu söylediklerim, savaşalım, çatışalım, inceldiği yerden koparalım, oldubittiye getirelim biçiminde yorumlanmamalıdır.
Diplomasinin tüm yolları mutlaka kullanılmalıdır.
Musul Operasyonundan kısa süre önce ABD’ye giden Genelkurmay Başkanı’nın görüşme ve müzakere hamleleri zamanlama itibariyle yerindedir.
Dün Bağdat’a ulaşan Türk heyeti de bazı temaslarda bulunmuşlardır.
Girişimler ümit vericidir.
Ankara ile Bağdat arasında gerilen ilişkilerin düzeltilmesi en samimi dilek ve temennimizdir. Bunun dışında bir arayışımız olmamalıdır.
Ticari, kültürel, tarihi ve manevi bağlarımızın olduğu bir bölgeyle ilgilenmemiz de kimseyi rahatsız etmemelidir.
Bizim Irak ve Suriye’deki varlığımız toprak kazanmak, coğrafyamızı büyütmek değil, yalnızca nüfuz alanlarımızı korumak, beka ve güvenliğimize yönelen tehlikeleri odağında engellemektir.
Bunu da herkes anlayışla karşılamak durumundadır.
IŞİD en çok Türkiye’ye saldırmaktadır.
Bu cinayet örgütünün alçakça saldırıları en başta sınır il ve ilçelerimiz olmak üzere, tüm Türkiye’yi yasa boğmaktadır.
Geçtiğimiz Pazar günü Gaziantep’te yaşadığımız tiksinti verici canlı bomba eylemi bunun en son ve somut örneğidir.
Türkiye’yi fanusa sokmak, dallarını kesmek isteyenler, boşuna heves etmesin; Musul bizim sorunumuzdur, Halep bizim ana meselelerimizden birisidir.
Cumhurbaşkanı Misak-ı Milli hatırlatması yapmıştır ki, hakkı vardır.
Misak-ı Milli altı maddelik siyasi ve egemenlik alanlarımızın manifestosudur.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk Misak-ı Milli’nin sınırlarını 1920 ve 1923’de çizmiş ve şöyle açıklamıştır:
“Bu hudut İskenderun Körfezi’nin güneyinden, Antakya’dan, Halep ile Katma İstasyonu arasında Cerablus Köprüsünün güneyinde Fırat nehrine ulaşır. Oradan Deyrizor’a iner, oradan doğuya uzatılarak Musul, Kerkük ve Süleymaniye’yi içine alır.”
Şimdi anlaşıldı mı niye Musul, niye Kerkük, niye Halep?
Bu ecdad yadigarı Türk topraklarını oyunlarla gasp edenler, anlaşma ve terörist saldırılarla bizleri oyalayanlar tarihe karşı suç işlemişlerdir.
Musul ve Kerkük fiziken değilse bile vicdanen, kalben ve manen vatandır, Türk vatanın gözü yaşlı parçalarıdır.
Buralarda hangi taşı kaldırsak altından “Ne Mutlu Türküm Diyene” seslenişi duyulacaktır.
Musul, Kerkük ve Halep’in sinesi Türk diye inler, Türk’ün ahlak ve hasretini şakır şakır dile getirir.
Teksaslı gelecek biz gelmeyeceğiz öyle mi?
Londra’dan dün olduğu gibi bugün de, ipini koparıp Musul’a girenler emperyalist iştahlarını tatmin edecek, ne var ne yok sömürüp bir de üstüne fitne ekecekler, biz de oralı olmayacağız, istenen bu mudur?
Biz üst akıl falan tanımaz, takmayız.
Üstü, altı bilmeyiz; fakat aklı olan varsa ya göle kaçsın ya da kendisine saklasın, belki ihtiyaç duyacaktır. Tavsiyemiz budur.
Yalnızca ve yalnızca Türk milletinin aklına, irfanına ve kudretine inanır, kargadan başka kuş tanımayanlara kartal pençesini heyecanla hatırlatırız.
Muhterem Milletvekilleri,
Fırat Kalkanı Harekâtının 56. günündeyiz.
Bu harekâtın ana hedefinin El Bab’a kadar inmek ve Münbiç bölgesini bütünüyle IŞİD’ten arındırmak olduğu bizatihi Dışişleri Bakanı tarafından ilan edilmiştir.
Cerablus’tan sonra, TSK tarafından desteklenen Özgür Suriye Ordusu Suriye’nin stratejik önemdeki Dabık köyünü geçtiğimiz günlerde kontrol altına almıştır.
Türkiye, IŞİD’e karşı sürdürülen operasyona karadan ve havadan koalisyon unsurlarıyla birlikte destek vermektedir.
Memnuniyetle ifade etmek isterim ki, sınırlarımızdan yaklaşık 90 km boyunca ve 20 km derinliğinde bütün IŞİD unsurları temizlenmiştir.
Münbiç’e PYD-YPG’li teröristlerin girmeyeceği hususunda söz verenlerin, bir kez daha sözlerini çiğnedikleri açıktır.
YPG hala Fırat’ın batısındadır.
Kaygımız odur ki, IŞİD’in atıldığı yerlere PYD-YPG’nin yerleşmesi bir şeyi değiştirmeyecek, sadece bir terör örgütünün yerini diğeri alacaktır.
ABD’nin PYD-YPG’yle ilişki ve irtibatları kesilmeden, IŞİD’e karşı yürütülen operasyonların kalıcılığı söz konusu olmayacaktır.
IŞİD, FETÖ, PKK, PYD-YPG Türkiye’nin azılı düşmanlarıdır.
Düşmanımın düşmanı dostumdur felsefesi bizim yabancısı olduğumuz bir sapma hali ve sakat bakıştır.
PYD-YPG’ye uzatılan her el, verilen her destek polislerimize, Mehmetlerimize sıkılmış kurşun, atılan bomba, döşenen mayındır.
ABD’nin buna hiçbir hakkı yoktur.
Terör örgütleriyle düşüp kalkmak bir NATO üyesi ülkeye hiçbir şekilde yakışmayacak, uygun düşmeyecektir.
ABD’nin YPG’yi kanatlarının altına alıp pis işlerinde kullanması insanlık haysiyeti ve devlet ahlakıyla taban tabana zıtlık içerecektir.
YPG’nin şımartılması dolaylı şekilde IŞİD’in değirmenine su taşıyacaktır.
Teröristlerin silah ve bombayla beslenip kışkırtılmaları da ters tepecektir.
Terör örgütlerinin iyisi kötüsü olamaz.
Böyle bir tasnife gitmek terörizme ortak olmak, ön açmak demektir ki, insanlık vicdanında ve uluslararası hukukta bunun tam karşılığı cinayetleri azmettirmektir.
ABD’nin, Türkiye’yi terör örgütleriyle aynı kefeye koyma talihsizliğinden, PYD-YPG’yi ülkemize tercih etme hatasından süratle dönüş yapması bölgesel ve küresel istikrara azami katkı verecektir.
Muhterem Arkadaşlarım,
Geçen haftaki grup toplantımızda yeni anayasa ekseninde yaptığım değerlendirmeler hafta boyunca tüm yönleriyle tartışılmıştır.
Başkanlık sistemine destek verip vermediğimiz,
Referanduma yeşil ışık yakıp yakmadığımız,
Neyi kast edip etmediğimiz, Allah var ya herkesin gündemini epey işgal etmiştir.
Niyet okuyucular yine işbaşı yapmışlardır.
Anlam krizi yaşayan biçareler yine kendilerini belli etmişlerdir.
Leb demeden leblebiyi anlarım diyen ileri zekâlılar mangalda kül bırakmamışlardır.
Art niyetli kalem ve söz sahipleri ise makineli yuvası gibi üzerimize gelmişler, itham ve iftira oklarını pervasızca fırlatmışlardır.
Bereket versin, biz ne dediğimizin bilincindeyiz, nereye varmak istediğimizin farkındayız.
Dedim ki, Türkiye’de filli bir durum vardır ve bu çözülmelidir.
Ülke yönetimi yasa ve Anayasaya uygun değildir. Ve de suç işlenmektedir.
Sayın Cumhurbaşkanı filli başkanlık yapmaktadır.
Bu durum Anayasa’ya aykırıdır.
Ya dedim, Sayın Cumhurbaşkanı filli başkanlık zorlamasından vazgeçsin, ki bizim açımızdan en doğru olanı budur.
Ya da dedim, filli durumun hukuki boyut kazanabilmesinin süratle yol ve yöntemleri aransın.
Bunları anlamayan varsa, sözüm söz olsun, heceleye heceleye, yeni baştan alfabeyi öğretir gibi anlatmaya varım ve hazırım.
Diğer yandan, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin başkanlık sistemiyle ilgili inadı sürecekse, yani filli dayatma ve zorlamadan geri dönmeyecekse, o zaman karşımıza iki seçenek çıkacaktır yorumunu yaptım.
İlk olarak AKP, hazırda tuttuğu veya üzerinde çalıştığı bir anayasa hazırlığı varsa, mutabık kalınan daha önceki maddeleri de ihtiva etmek kaydıyla TBMM’ne getirmelidir. Sanıyorum bu ifadelerin anlaşılamayan bir yanı yoktur.
İkinci olarak da, bu anayasa değişiklik teklifi TBMM Genel Kurulunda ya 367 sınırını aşarak kanunlaşacaktır ya da 330 eşiğinin üstünde kalarak referandum yoluyla milletin kararına sunulacaktır.
Söylediklerim aynısıyla böyleydi.
Bunun üzerine komut almışçasına sırayla saldıranların ağızından öylesine suçlamalar duyuldu ki, şaşırmamak, hayrete kapılmamak imkansızdır.
AKP’nin stepnesi, koltuk değneği, yedek lastiği, bastonu, kurtarıcı meleği dediler.
Başkanlığı saraya altın tepsi içinde sunduğumuzu söylediler.
Bindiğimiz dalı kestiğimizi uydurdular.
İhanetle verkaça girdiklerini unutup AKP’ye pas verdiğimizi dillerine doladılar.
Gizli görüşmeler yaptığımızı dillendirdiler.
Arka kapı diplomasisi yürüttüğümüzü ifade ettiler.
İmaret yapılmadan öbek öbek dizilen dilenciler gibi karşımıza dizilenler eğer düştükleri denizde yılana sarılıp zehir almadılarsa kesinlikle hakaret ve hezeyanın dibine kadar batmışlardır.
Ahmak ata binerse bey oldum sanırmış, şalgam aşa girerse yağ oldum sanırmış, bunların ki tam da budur.
Bu şahıslara tavsiyem şudur: Söz biliyorsanız söyleyin inansınlar; bilmiyorsanız susun da alayınızı adam sansınlar.
Milliyetçi Hareket Partisi’nin ne dediği bellidir.
Hükümet sistemi üzerinde yapılan tehlikeli oynamalar, hukuki temeli olmayan siyasi ve hamasi uygulamalar rejim krizine dönüşebilecektir.
Ya filli durum düzelsin, evli evine, köylü köyüne dönsün.
Ya da filli durum hukuki boyut kazanarak Türkiye derin bir nefes alsın, hukuksuzluk ve Anayasa ihlalleri son bulsun.
Biz millete gitmekten korkmayız. Bunda da mahsur görmeyiz.
Ve de Türk milleti ne derse, neye karar verirse baş göz üstüne diyerek gereği neyse seve seve yaparız.
Biz ezelden ebede Hakk’ın yolunda, milletin yanındayız.
Adında halk olan, halkın partisi olduğunu iddia eden CHP niye celalleniyor, niye rahatsız oluyor?
PKK’yla kuytu köşelerde fiskos yaparken, HDP’nin aparatı, PKK’nın siyasi sim kartı olurken bir şey olmuyor da, biz bir teklifle gelince mi kıyamet kopuyor?
Hem kaçmak, hem de davul çalmak siyasi ahlaka sığar mı?
Araba devrildikten sonra yol gösteren çok olurmuş, biz devrilmeden yola devam edilsin istiyoruz.
Demirin tavında dövüleceğini söylüyoruz.
15 Temmuz’dan sonra bambaşka bir Türkiye tablosuyla karşılaştığımızı, çok yüksek risk ve tehditlerle boğuşmak durumunda olduğumuzu üstüne basa basa belirtiyoruz.
Hukuksuzluğun bir devlet kaybına neden olabileceğini sürekli vurguluyoruz.
Gerçi şunu da biliyoruz ki, CHP’li sözcülere, ekran ve gazete köşelerinde saldırgan tutum takınan zevata ne desek boştur.
Çünkü tatsız aşa tuz neylesin, akılsız başa söz neylesin.
CHP ve yandaşları düğüne giderler zurna beğenmezler, hamama giderler kurna beğenmezler.
Bunlar Milliyetçi Hareket Partisi’ni tanımıyorlar, tanımak istemiyorlar.
FETÖ’cüler, mandacılar, bölücüler, Türkiye’nin varlığını çekemeyen mihraklar bir de kendilerine aydınlıkçı diyenler üzüm üzüme baka baka nasıl kararıyorsa, birbirilerini göre göre, duya duya her tarafları zifte bulanmıştır.
CHP’nin bu tuzağa düşmesi akla zarar, siyasi geçmişine haksızlıktır.
Atlar nallanırken kurbağa ayağını uzatırmış, biz konuşunca devreye girenlerin nifak saçan dillerini telaşla uzatmaları ise sefilliklerini örtemeyecektir.
İçleri çıfıt çarşısına dönenlerden öğrenecek bir şeyimiz de yoktur.
Bunlara diyorum ki, yağ mı yoğurttan yoğurt mu yağdan çıkar, yakında görürsünüz.
Az bekleyin, biraz daha sabredin.
Biz şartlar oluşursa, egemenliğin sahibi aziz milletimize herhangi bir sorunun ve muammanın çözümü için müracaat etmekten en ufak tereddüt göstermeyiz.
Bu nedenle diyorum ki, pilavdan dönenin kaşığı kırılsın.
Zahmetsiz rahmet olmayacağı meydandadır.
Gerekirse zahmet çekeriz, çileye katlanırız; ama Türkiye’nin siyasi ve hukuki istikrarı için üzerimize düşeni harfiyen yaparız.
Milliyetçi Hareket Partisi parlamenter sistemin revize edilip reforma tabi tutularak devamından yanadır.
Ancak milletimize görüşünü sormanın, filli çelişkiyi sona erdirmeyle ilgili müdahil olmasını istemenin hiçbir mahsurlu ve sakıncalı tarafını da görmeyecektir.
Yağmur nereye yağsa tarlasını oraya taşıyanlara diyeceğimiz bir şey yoktur, zira onlarla uzlaşma vasat ve vaktimiz de bulunmayacaktır.
Türk milletine güveniyorum, AKP’nin Anayasa hazırlığını TBMM’ne getirmesi, ilke ve hassasiyetlerimizi gözetmesi halinde sağlıklı ve makul bir neticenin alınacağına yürekten inanıyorum.
Sözlerime son verirken, muhterem heyetinizi bir kez daha saygılarımla selamlıyor, hepinize en iyi dileklerimle birlikte başarılı bir hafta geçirmenizi diliyorum.
Sağ olun var olun, Cenab-ı Allah’a emanet olun.
Bir yanıt bırakın