Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli : Ve bizde defteri soldan verilecekler arasında mı yer alsaydık?
Değerli Milletvekilleri,
Muhterem Misafirler,
Sayın Basın Mensupları,
Her türlü engellemeye, her türlü zorlama ve karşı propagandaya rağmen TBMM’nin 26. Dönemi’nde de birlikteyiz.
Bizim yılacağımızı düşünenlere en güzel cevap bu kutlu çatının altına yüreğiyle gelen, oyunları boza boza burada anıtlaşan 40 yiğit Türk milliyetçisidir.
Partimizin 26. Dönem 1. Yasama Yılı’nın bu ilk grup toplantısına başlarken sizleri, ekranları başında bizi izleyen aziz vatandaşlarımı, yurt dışında yaşayan kardeşlerimi, Türk ve İslam’ın yaşandığı tüm coğrafyaları sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.
Dosta ve düşmana bozkurt gibi dikilen ve duruş gösteren cefakâr, fedakar tüm dava arkadaşlarıma, teşkilatlarımızın tüm mümtaz yöneticilerine bu vesileyle şükranlarımı sunuyorum.
Ayrıca horlanan, aşağılanmak istenen Güney Azerbaycan’daki soydaşlarımızın yanında olduğumuzu, onları bağrımıza bastığımızı buradan duyuruyorum.
Milliyetçi Hareket Partisi nerede diyenlere, bizim ne yaptığımızı sorgulayanlara tam da buraya bakmalarını tavsiye ediyor, bu teslim olmayan milli ruha dikkat kesilmelerini temenni ediyorum.
Allah’a hamd olsun yıkılmadık, ayaktayız.
Kaldı ki yıkılacak herhangi bir şey de görmüyoruz.
Allah’a hamd olsun onurlu ve omurgalı yürüyüşümüze birbirini takip eden kararlı adımlarla devam ediyoruz.
Milliyetçi Hareket Partisi milli gönüllerde, cesur yüreklerdedir.
Milliyetçi Hareket Partisi tertemiz vicdanlardan kar tanesi gibi yağan dualarda, çağlayan gibi akan dileklerdedir.
Düşeceğimizi sanıyorlardı, yanıldılar.
Vazgeçeceğimizi bekliyorlardı, yanlışa düştüler.
Korkacağımızı, kaçacağımızı, iç kargaşaya kapılacağımızı planlıyorlardı, alayı birden havasını aldılar.
Çünkü bizi tanımıyorlar, hissiyat ve irademizi anlamıyorlar, anlamak da istemiyorlar.
Milliyetçi Hareket’e operasyon düzenleyen, buna yarım akıllarıyla yardım ve yataklık yapan kim varsa aldananlar arasında, fitne kafilesindedir.
Bedeli ne olursa olsun, kara kampanya mucitlerine, karanlık ayak oyunlarına boyun eğmedik, eğmeye de hiç niyetimiz yoktur.
Yalancıların, müfterilerin, münafık ve müşrik emellerin tezgahlarına tamam demeyiz, rıza göstermeyiz, geçit vermeyiz.
Şu güne kadar, inanmadığımız hiçbir ilişki ve irtibatın içinde olmadık.
Aklen ve kalben onay vermediğimiz hiçbir teklifin taraftarlığına heves etmedik.
İlkelerimizle bağdaşmayan, ülkülerimizle barışık olmayan hiçbir düşünce, eylem, tercih ve siyasi angajmanın kıyısında köşesinde yer almadık.
Sırf koltuk doldurmak, yalnızca makam ve mevki işgal etmek için taviz limanına demir atmadık.
Önce ülkem ve milletim dedik.
Önce Türk milletinin ve Türkiye’nin beka ve birliği için fedakarlık yaptık.
Siyasetimizde istimara, inkâra en ufak yer vermedik.
Yalana bel bağlamadık, yozlaşma akıntısına kapılmadık.
Bizim yerimiz doğrudur.
Bizim yönümüz doğrudur.
Bizim sözümüz doğrudur.
Bizim tavrımız dosdoğrudur.
Sektörleşen, sıradanlaşan, sel gibi yaygınlaşan rüşvet ve yolsuzluklara karşı ahlak ve adalet şadırvanının altında toplandık.
Derinleşen riyakârlığa, genişleyen risk ve tehditlere karşı anıtlaşan milli vakarın tercümanı olduk.
Haram lokmayı kursaklarına indirmiş, yalanı rehber edinmiş; sonra da dönüp dinden diyanetten bahsetmiş sahte Müslümanlara, kimliksiz din tacirlerine, taassup ve takiye odaklarına yüzümüzü döndük.
Hıyaneti meslek edenlere karşı haysiyet ve sadakat kalkanıyla korunduk.
Belki zorlandık, belki hırpalandık, belki de anormal saldırılara uğradık.
Ama yine de hakkımızı yedirmedik, hak bildiğimiz yoldan dönmedik.
Kimse meraklanmasın, mensubu olduğumuz bu millet çınarı gerekirse durularak, gerekirse arınarak, gerekirse de budanarak büyüyecek, güçlenecek, ülkü sevdasından ödün vermeden iktidara ulaşacaktır.
Bu uğurda üstlendiğimiz tarihi sorumluluğun hep birlikte farkındayız.
A’dan Z’ye tüm dava arkadaşlarımın aynı şevk ve heyecanla mücadeleyi sürdüreceğine inanıyorum.
Komplo kuruyorlar, önümüzü kesmeyi planlıyorlarmış, vız gelir.
Bilmiyorlar ki, inanmış Milliyetçi-Ülkücü bir kalbin karşında hiçbir şeytani dürtü, hiçbir saray saldırısı, hiçbir küresel senaryo duramamış, duramayacaktır.
Bizim Allah’tan başka korkacağımız, kuldan başka utanacağımız hiçbir şey yoktur, olmamıştır, olmayacaktır.
Değerli Arkadaşlarım,
Türkiye 4 ay 23 günlük arayla iki milletvekilliği genel seçimi yaşamıştır.
Siyasi tarihimizde ilk kez karşılaşılan bu durum herkesin gözü önünde, tüm çirkefliği ve çirkinliğiyle cereyan etmiştir.
7 Haziran’da sandıktan çıkan milli irade, Erdoğan’ın başını çektiği, Davutoğlu’nun aktif şekilde kuryelik yaptığı demokrasi muhalifleri tarafından yok sayılmıştır.
Türk milleti 7 Haziran’da bütün siyasi aktör ve kurumlara bir mesaj vermişti.
Aziz milletimiz seçimini yapmış, Türkiye’nin normalleşmesi, düzlüğe çıkması için üzerine düşen demokratik sorumluluğu yerine getirmişti.
Fakat Erdoğan 7 Haziran sonucunu beğenmedi, sindiremedi, kabullenemedi.
Bunun yanında AKP tek başına iktidarı kaybetmenin getirdiği korku ve kaygıyla kontrolden çıktı, Türkiye’yi baştan ayağa hiddet ve dehşet döngüsüne hapsetti.
Çünkü 13 yıllık AKP iktidarlarının açtığı dipsiz kuyulardan, neden olduğu kayıp ve felaketlerden hesap sorulabilmesi için altın bir fırsat doğmuştu.
Erdoğan’ın telaşı bundandı.
Davutoğlu’nun uykularını kaçıran, yolsuzluk ve ihanet batağına saplanan ak görünümlü kara kadroların ürkmesi bu yüzdendi.
Türk milleti, 7 Haziran’da Meclis’te grubu bulunan partilere koalisyon kurun buyruğunu iletmişti.
Uzlaşmayı temenni etmiş, ağırlaşan sosyal ve ekonomik meselelerin köklü şekilde hallini arzulamıştı.
Herkes gördü ve yaşadı ki, 9 Temmuz’da koalisyon hükümeti kurma görevini alan Davutoğlu nafile turlarla tekrar bir seçimin ağlarını ördü, şartlarını olgunlaştırdı.
CHP bu oyuna adeta figüranlık yaptı.
Nitekim Davutoğlu’nun Erdoğan’dan aldığı talimat da bu yöndeydi.
AKP’nin bir hükümet kurma irade ve isteği hiç olmamıştır.
Sonuç itibariyle 1 Kasım’da, 7 Haziran’ın tekrarı zorla, gözdağları eşliğinde yapılmıştır.
Ve AKP tek başına iktidara yetecek bir Meclis çoğunluğuna ulaşmıştır.
Bildiğiniz gibi, 26.Dönem Milletvekilliği Genel Seçimi’nin kesin sonuçları YSK tarafından 12 Kasım günü açıklanmıştır.
Seçilen milletvekillerinin Anayasa gereğince yapılması gerekli yemin merasimi bugün gerçekleştirilecektir.
Milliyetçi Hareket Partisi 7 Haziran’da yüzde 16,29 oy oranı, 7 milyon 520 bin oy sayısı ve 80 milletvekiliyle TBMM’de temsil edilme hakkını kazanmıştı.
Ne var ki 1 Kasım’da beklentilerin altına düştüğümüz, oy ve milletvekili sayısında gerilediğimiz açık bir gerçektir.
Yüzde 11,90 oy oranı, 5 milyon 694 bin 136 oy sayısı ve 40 milletvekiliyle 26. Dönem TBMM’nde elbette milletimizin verdiği muhalefet görevini en iyi şekilde yapacağız.
Her şeyden önce türlü iftira ve yıkıcı propagandaya rağmen yanımızda kaya gibi duran, partimize desteklerini esirgemeyen aziz vatandaşlarıma teşekkür ediyorum.
1 Kasım’da aldığımız neticenin bir başarı olduğu iddiasında değilim.
Ancak mağlup da olmadığımıza yürekten inanıyorum.
Elbette seçim sonuçlarını etraflıca inceliyor, analiz ediyor, milli iradenin kararına da saygı duyuyoruz.
İyi niyetli, yapıcı, ön ve ufuk açıcı değerlendirme ve eleştirilere kulağımızı kapatmıyoruz.
Hatta bunları faydalı görüyoruz.
Daha iyisini yapmak, daha iyisini sağlamak, hedeflediğimiz başarıyı yakalayabilmek için kuyumcu titizliği ve soğukkanlılıkla çalışmalarımızı sürdürüyor, 1 Kasım’ı tüm yönleriyle yorumluyoruz.
Geçtiğimiz hafta sonu iki ayrı oturum halinde, Merkez Yönetim Kurulu Üyeleri ve İl Başkanlarımızla düzenlediğimiz toplantılarda seçim sonuçlarını masaya yatırdık.
Şunu açıkça söylemek istiyorum ki, hem 7 Haziran’dan hem de 1 Kasım’dan partimizin çıkartacağı ders ve neticeler vardır.
Milletimizin yanılmaz sağduyusuna güvendiğimiz kadar, verdiği siyasi mesajları da iyi tahlil etmek zorundayız.
Sonuç ve gerekçeler ne olursa olsun, kendimizi anlatmakta zorluk çektiğimiz bir kitlenin varlığı ortadadır.
Fakat 1 Kasım’da yapılan 26.Dönem Milletvekilliği Genel Seçimi’nin diğer seçimlere kıyasla önemli fark ve özellikleri vardır.
Bir defa, 1 Kasım seçimi olağanüstü şartlarda yapılmıştır.
Demokrasinin tüm kural ve ölçüleri çiğnenmiştir.
Üzerinde ısrarla durmamız gereken öncelikli soru şudur:
7 Haziran’dan 1 Kasım’a kadar Milliyetçi Hareket Partisi ne yapmamıştır da 1 milyon 825 bin 870 vatandaşımızın desteğini kaybetmiştir?
Cevabını aradığımız bir diğer soru da, AKP ne yapmıştır da 4 ay 23 günde 4 milyon 794 bin 515 ilave oy kazanmıştır?
AKP’ye, CHP’ye, HDP’ye ve diğerlerine oy veren vatandaşlarımıza şüphe yoktur ki hürmet ediyoruz.
7 Haziran’da bizi destekleyen, 1 Kasım’da bizden kopan kardeşlerimizin tercih ve kararını da saygıyla karşılıyoruz.
Ve onların istemeye istemeye de olsa başka partilere oy verdiklerini düşünüyoruz.
Ancak Türkiye’de ne değişmiştir?
Yorulmuş, hantallaşmış, çürümüş, Türkiye’yi rezil etmiş AKP’nin tek başına iktidar olmasının sosyolojik ve siyasi dayanaklarını nasıl görmek ve anlamlandırmak lazımdır?
Dünyanın neresinde, 4 ay 23 günde siyasi tutumlar bu kadar keskin ve radikal şekilde değişmiş veya dönüşmüştür?
AKP’nin yüzde 49,5 oy oranı, bizim bilemediğimiz, göremediğimiz hangi icraat ve politikaların mükâfatıdır?
Türkiye huzur mu bulmuştur?
Terör sonlanmış, asayiş ve güvenlik mi sağlanmıştır?
İşsizlik bitirilmiş, yoksulluk önlenmiş, yolsuzlukların üzerine mi gidilmiştir?
Allah için söyleyiniz, 4 ay 23 günde AKP neyi başarmıştır da tek başına iktidar olmaya hak kazanmıştır?
1 Kasım’daki sonuçlara Erdoğan’ından Davutoğlu’na kadar şaşırmayan, hayret etmeyen neredeyse kalmamıştır.
Sipariş usulü çalışan anket şirketleri bile çuvallamış ve hepten kaybetmişlerdir.
Peki bu işin sırrı nedir?
Demokrasi kisvesi altındaki hain ve ahlaksız oyunun maksadı nelerdir?
1 Kasım’ı 13 yıllık hezimetin ödülü şeklinde mi, yoksa terör rejimiyle tehdit edilen, istikrarsızlıklarla gözü korkutulan, ekonomik baskılarla köşeye sıkıştırılan milli iradenin zoraki verdiği karar olarak mı ele almak gerekmektedir?
İhaneti ayyuka çıkmış bir partinin taltif edilmesi, Türkiye’yi darboğaza sokmuş, iç ve dış politikası çökmüş bir iktidarın sandıkta tahkimi görülmüş, duyulmuş şey değildir.
AKP ülkenin geleceğiyle oynarken, AKP Türklüğün sırtına hançeri saplarken, AKP Türk milletinin birlik ve kardeşlik duygularını yıkarken yine kazanmıştır.
20 Temmuzdan 1 Kasım’a kadar 104 askerimizi, 80 polisimizi, 5 korucumuzu şehit verdik.
Anadolu’nun her hanesinden ağıtlar yükseldi.
Bayrağa sarılı şehit tabutları anaların, babaların, gelinlerin, yavruların bağrını yaktı.
20 Temmuz’da Suruç’ta, 10 Ekim’de Ankara’da canlı bombalar 134 vatandaşımızın canını aldı.
AKP’nin pazarlık ortağı PKK oluk gibi kan akıttı.
Doğu ve Güneydoğu’nda sözde özerk yönetimler ilan edildi.
İl ve ilçelerde hendekler kazıldı, mayınlar döşendi, bombalar tuzaklandı, askerimiz ve polisimiz canlı hedef haline getirildi.
7 Haziran’dan 1 Kasım’a kadar yaşanmadık rezalet kalmadı.
7 Haziran’dan 1 Kasım’a kadar Türkiye şiddet diline, nefret salgınına, hıyanet kapanına resmen, alenen hapsedilmiştir.
Bakınız Diyarbakır Silvan’da 12 gün boyunca sokağa çıkma yasağı uygulanmıştır.
Silvan’ı Kobani’ye çevirmeye çalışan, bu ilçemizi terör kuşatmasına alan hainlerin provokasyonları tüm iğrençliğiyle görülmüştür.
Yasak biter bitmez geri çekilen Mehmetçiklerin, kaldırımlarda biriken terör yandaşlarının hakaret ve saldırılarına maruz kalması herkes gibi bizi de kahretmiştir.
Türk askeri tutsak düşmemiş, esir kampına alınmamıştır.
Hayırdır beyler, düşman vatanı ele geçirdi de, askerlerimizi taciz ve tahrike yeltendi de bu faciayı aziz millet mi bilmiyor?
Mehmetçiklere sataşan, sövüp sayan PKK’lı kalabalıklar başka bir coğrafyada değil, bir Türk şehri olan Diyarbakır’dadır.
Kahramanlarımızı bu aciz duruma düşürenlere, askerlerimizi işgalci gibi gösterenlere, dahası olan biten alçaklıkları sineye çeken köksüzlere yazıklar olsun, yedikleri içtikleri de haram olsun diyorum.
Türkiye’nin savunma ve korunması için gece gündüz nöbet tutan Mehmetçiklerin aziz vatan topraklarında protesto edilmesi, manevi linçe uğramaları yaşadığımız en rezil hadiselerden birisidir.
Hiçbir zaman da unutulmayacaktır.
Silvan’da askerimizin başını öne eğdirenler karargah ve lüks konutlarında saltanat sürmektedir.
Erdoğan, Antalya’da yapılan G-20 Zirvesi’nde gülücükler saçıp sanki dünyayı kurtarmış, sanki fethe çıkmış mağrur adam pozları verirken, Türkiye elimizden kayıp gitmektedir.
Bu ne şuursuzluktur?
Başkanlık için prova yapan, yüzde 49,5 oy almış yamalı ve yaralı Davutoğlu’nu kızağa çekip ortalıkta görünmesine müsaade etmeyen Erdoğan’ın ülke gerçeklerinden haberi yoktur.
Antalya’da görünmez hale gelen Davutoğlu ise sanki rüya âlemine, sanki kış uykusuna dalmıştır.
Kendilerinde olmayan hasletlerden yüzü kızarmadan bahsetmektedir.
Neymiş, 1 Kasım’da tek başına iktidara gelmelerinin nedeni samimiyetmiş.
Neymiş kaybeden yokmuş, Türkiye kazanmış, millet kazançlı çıkmış.
Yandaş kalemler; aklını, zekasını ve insafını kiralamış sözde aydınlar 1 Kasım’a öyle anlamlar yüklemiş, öyle tanımlar getirmiştir ki, duyan herkes pes doğrusu demiştir.
Lütfen şu sözleri vicdan terazinizde tartınız:
1 Kasım’da Ankara’dan yönetilme iradesi kazanmış.
Yeni bir anayasanın, vesayet odaklarınca engellenmesine karşı duruş kazanmış.
Başkanlık sistemiyle istikrarlı bir yönetim ve reformlara devam isteği kazanmış.
1 Kasım’dan sonra yeni anayasa ve başkanlık sisteminin gündemin zirvesine oturması boşuna değildir.
HDP’nin, başkanlık sistemi dahil tüm modeller tartışılabilir demesi tesadüfi görülmemelidir. Ve pazarlıklar kızışmaktadır.
AKP’nin başkanlık sistemini kapsayan yeni anayasa hazırlığı içinde olduğu, al ver sürecinin devreye alındığı anlaşılmaktadır.
Demem odur ki, oyun için oyun vardır.
Türk milleti 1 Kasım’da sandıktan başkanlık veya yeni anayasa mesajı vermediği halde, böyleymiş gibi propaganda yapan AKP’nin amacı karanlıktır.
Seçimin hemen ardından Türk tipi başkanlık modelinin dillendirilmesi, Meksika modelinin hatırlatılması, ne idüğü belirsiz Cumhurbaşkanı sözcüsünün üstüne vazifeymiş gibi referandumdan bahsetmesi milli iradenin saptırılması, Erdoğan’ın parlatılma teşebbüsüdür.
“Yeni Anayasa yapmak zorundayız. Bu araba ile Türkiye yoluna devam edemez” diyen defolu siyasi yüzler, sarayın gözüne girmek için insanüstü gayret sergilemektedir.
Başkanlık sistemiyle Türkiye’nin sağ ve sol cenahtan oluşan iki partili bir siyasi sisteme kayacağını söyleyen demokrasi ve milliyetçilik düşmanlarının eline de koz geçmiştir.
Bunlar iki partili yapıyı telaffuz etmeye çoktan başlamışlardır.
Yani MHP’ye idam fermanı yazanlar, MHP’yi tasfiye etme, siyasi kaynağını kurutma amacı güdenler toparlanmış, sarayın etrafında öbek öbek toplanmışlardır.
Şimdi 1 Kasım’da MHP’nin başarısız olduğunu söyleyenlere dikkat ediniz.
1 Kasım akşamından beri her türlü iftirayı atan, her türlü kirli yakıştırmayı reva görenleri göz önüne getiriniz.
Diyorlar ki, MHP olağanüstü kurultaya gitmeliymiş.
Diyorlar ki, yönetim değişmeliymiş.
Diyorlar ki, mevcutla devam edilirse ilk seçimde baraj altı kalınırmış.
Diyorlar ki, hayır diyenlere millet hayır demiş.
Davutoğlu’na bakarsak kongreden korkmamıza gerek yoktur.
Sayın Davutoğlu neyi yapıp yapmayacağımızı sana mı soracaktık?
Senin unuttuğun, örtbas ettiğin bir gerçeği hatırlatmak isterim ki;
Milliyetçi Hareket Partisi hiçbir şeyden korkmaz ve çekinmez.
Demek ki içimizde kıpırdayanlarla hedef birlikteliğin vardır, MHP üzerinde hesap yapanların arkasında senin ve zihniyetinin bulunduğu anlaşılmaktadır.
Her şey bir yana, şahsımla ilgili gerek gazete köşelerinde, gerek, televizyon ekranlarında, gerekse de sosyal medyada yazılmayan, söylenmeyen bir şey bırakılmamıştır.
Sağolsunlar, Allah eksiklerini göstermesin, hepsi de günahımızı alarak günahkârlığın dibini boylamışlardır.
İçimizden ve dışımızdan MHP’nin çatısını uçurmak, Türk milliyetçiliğini eritmek için olan biten güçleriyle çaba sarfeden ne kadar satılık şahsiyet, fiyatı olan ne kadar devşirme, ne kadar saray hafiyesi varsa devreye girmiştir.
Biz bunları biliyoruz.
Biz bunların ilham ve ihanet kaynaklarını da görüyoruz.
Bilmeyen varsa tekrarlayayım; bizde teslim edilecek, işgale bırakılacak, ardından da silinmesi seyredilecek bir parti yoktur.
Bizim saray lejyonerlerine, bozkurt görünümlü ak trollere, sureti haktan görünüp cadı kazanı kaynatan işbirlikçilere devredilecek bir parti de yoktur.
Milliyetçi Hareket Partisi Türk milletinin eseridir.
Milliyetçi Hareket Partisi şehit ve gazileriyle yükselmiş Milliyetçi-Ülkücü neferlerin namus ve şeref simgesidir.
Milliyetçi Hareket Partisi onun bunun oyuncağı olmayacak kadar kutlu; kime hizmet ettiği, kimlerin kuklası olduğu belli olan zevat ve zavallılara rehin edilmeyecek kadar kutsaldır.
1 Kasım’da saklandıkları deliklerden birer ikişer çıkıp MHP bilirkişisi kesilen, dava boyası sürüp Türk düşmanlarının ekmeğine yağ süren iç ve dış odaklara tahammülümüz olamayacaktır.
Kimse kaçak güreşmesin, hiç kimse üç maymunu oynamasın; 1 Kasım’da projelendirilen MHP’nin baraj altında kalmasıydı.
Bizim düşmemiz, kaybetmemiz, taviz vermemiz için her türlü algı düzeneği kuruldu, her yol denendi.
Şu gerçeğin altını kalın olarak çizmek isterim ki, asıl hedef Türk milleti ve Türklüktü.
Türkiye’nin yegâne umudu Milliyetçi Hareket’in bozguna uğraması, bölünmenin ve çözülmenin yolunu tam olarak açacaktı.
Nitekim buzdolabına kaldırılan çözüm süreci musibetinin tekrar çıkarılması konuşulmaya başlanmış, hatta Erdoğan ille de bir isim koyulacaksa milli birlik ve kardeşlik süreci diyerek tekrar yıkımın başına dönmüştür.
Saraydan kulağına olağanüstü kurultay tavsiyesi fısıldanıp, MHP’ye operasyon tembihlenenlerin peyderpey boy göstermeye başlamaları rastlantı görülmemelidir.
Bunların alayı Türklüğün içine sızdırılmış, Türk milliyetçiliğini karalamaya azmetmiş ak misyonerlerdir.
Bizim 17-25 misyonerlerinin, fitne fesat yuvalarının değirmenine su taşımamız boş bir hayal, beyhude bir çırpınıştır.
Bizim hayır dediğimiz, oyumuzun düşme nedeninin de bu olduğu sürekli iddia edilmektedir.
Milliyetçi Hareket Partisi hainliğe hayır dedi.
Milliyetçi Hareket Partisi soyguna ve yolsuzluğa hayır dedi.
Milliyetçi Hareket Partisi rüşvete, zillete ve mihnete hayır dedi.
Milliyetçi Hareket Partisi harama, küresel cinayetlere, Müslüman katillerine, Türk kanının dökülmesini seyreden soysuzlara hayır dedi.
İşte şimdi yine söylüyor, yine tekrarlıyorum; bunların hepsine sonuna kadar hayır diyorum.
Biz ilkelerimizden ödün mü verseydik?
Biz ülkülerimizi, ülkemizin çıkarlarını görmezden mi gelseydik?
Ya da biz yarım asra yaklaşan mazimizi bir iktidar uğruna çiğneyip kenara mı koysaydık?
Nedir bizden istenen, nedir Milliyetçi Hareket’ten beklenilen?
7 Haziran öncesinde, 54 ayrı açık hava toplantısında 17-25 Aralığın hesabını soracağız; hırsızları adalete teslim edeceğiz dedik, yanlış mı yaptık?
Anayasa’nın ilk dört maddesine toz kondurmayacağız; devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü ölüm pahasına da olsa savunacağız dedik, hata mı ettik?
Erdoğan’ın bile geri adım attığı, AKP’li bakanların bile eleştirilerimizi haklı gördüğü çözülme sürecini bitireceğiz, müzakereleri keseceğiz, ihanet edenlerin yakasından tutacağız dedik, yersiz mi konuştuk?
Erdoğan, anayasal sorumluluklarını aşmasın, görevinin gerektirdiği hukuki sınırlara çekilsin dedik, çok şey mi istedik?
Ya helal ya Bilal derken kuru gürültü yaptığımız mı zannedildi?
Biz bunları söyledik, bunları vaat ettik ve de 7 Haziran’dan alnımız akıyla çıkmıştık.
Asgari ücret hedefimizi eleştiren Erdoğan’a rağmen sosyal ve ekonomik vaatlerimizi milletimizle paylaştık.
Şu işe bakınız ki, aynı Erdoğan bugün, AKP’nin 1300 liralık asgari ücret sözünden memnuniyet duyuyor, dahası işadamlarının gözünün içine baka baka daha az kazanın diyebiliyor.
Ve hiç kimse çıkıp da, evet kefenin cebi yok; sen de daha az çal, daha az soy; fakiri tahrik etmek sözünü bırak da fakirliği bitirmek için atak ve aktif ol diyemiyor.
Milyarlarca liraya kaçak Saray yaptırıyor, yetmiyor Yıldız Sarayı’nı mesken tutuyor.
Milyonlarca masum insanımızın üzerinde ceketi yok, ayakkabısı yırtık, pantolonu yamalı, yoksulluk gözlerinden okunuyor.
Fakat bunlar sarayla villa arasında saltanat sürenlere evet diyor, gerçek durum ve içler acısı hallerinin sorumluluğunu taşıyanlara şamarı indiremiyor.
Biz milletimize ne dediysek onu yaptık.
Biz ne söz verdiysek onun yanında durduk.
7 Haziran’dan sonra meydanlarda söylediklerimizi unutsa mıydık?
Ne var yani; çalan çalsın, götüren götürsün, bölen daha da bölsün, BOP’sa sorun yanına iki proje daha konsun diyerek eyyamcılığa, gevşekliğe pirim verip, yanardönerliğe biz de mi kapılsaydık?
Efendimiz Hz. Peygamber’in “aldatanlar bizden değildir” kutlu hadisini hasıraltı mı etseydik?
Kirli suyla dolu göleti kovayla temizlemeyiz bahanesine mi sığınsaydık?
Yüce kitabımız Kur’an, iftira suçu işleyenleri ebediyen lanetlerken ve onların tanıklık yapabilme haklarını ellerinden alırken, biz müfterilere omuz mu verseydik?
“Ben yolsuzluk dendiğinde şunu anlarım; devletin kasası soyuluyor mu, soyulmuyor mu?” sözlerinin altına biz de mi imza atsaydık?
Ve bizde defteri soldan verilecekler arasında mı yer alsaydık?
Söyler misiniz bana, ne yapsaydık, ne deseydik?
Emin olmayanların yapay imanına kanıp, besmeleyle devletin hazinesini kemirenlere buyurun, hızlanın, daha da küpünüzü doldurun mu deseydik?
Biz bunları söylemedik, dünyada bunları söyletecek de henüz anasının karnından doğmamıştır.
Varsın oyumuz düşsün, ama dimdik duralım.
Varsın bir kısım oy veren kardeşimiz şimdilik bizden uzaklaşsın, ama üç hilale mühür basan 5 milyon 694 bin milli ve korkusuz yüreklerle zalimlerin kuşatmasını kevgire çevirelim.
Bunları hepsinin hesabını başlarına geçirelim.
Milliyetçi Hareket’te iradenin sahibi Milliyetçi-Ülkücü dava arkadaşlarımızdır.
Bunların dışında bize empoze edilen senaryolara itibarımız yoktur.
Gazete sütunlarında hayrını görün sözlerini silah gibi kullanan döneklere, arkamızda başka irade olduğunu söyleyen tükenmişlere, sağı solu arayıp içimizi bulandırmaya çalışan müflis emellere eyvallahımız görülmeyecektir.
Milliyetçi Hareket surda gedik açtırmaz.
Milliyetçi Hareket aman dilenmez.
Baş vermeyiz, boyun eğmeyiz, ricat etmeyiz.
Ve 1 Kasım’da çıkan sonucu önemser, bu şehit yadigarı kutlu davayı hiç kimseye yedirmeyiz, peşkeş çekmeyiz, kayyum özlemiyle kavrulan, sancağımızın inmesini isteyen gafillere göz açtırmayız.
Değerli Milletvekilleri,
1 Kasım’da kazanın kim olduğu bellidir, ama kaybeden Türkiye’dir.
Bunun somut sonuçlarına kısa zaman içinde şahit olmak mümkün olacaktır.
7 Haziran’dan 1 Kasım’a kadar Türk milleti korku tüneline alınmıştır.
Sıkılan mermiler, patlayan mayınlar, şehirlerimize üşüşen canlı bombalar, Türkiye’nin Ortadoğu’nun rengine bürünmesi milli iradeyi sekteye uğratmıştır.
Ankara saldırısının kendilerine yaradığını ve oylarını yükselttiğini söyleyen bir Başbakan’ı bu mazlum millet görmüştür.
Davutoğlu “biz gidersek beyaz Toroslar gelir” diyerek korku hikâyeleri anlatmış ve milleti açık açık tehdit ederek demokratik tercihlere suikast düzenlemiştir.
Tarafsızlığını tamamen kaybeden, inandırıcılığını elden çıkaran, hukuk ve adalet katliamcısı Erdoğan “400 milletvekili verilseydi terör olmazdı” diyecek kadar gözünü karartmıştır.
1 Kasım güvenli, objektif, dürüst, demokrasiye riayet çerçevesinde gerçekleşmemiştir.
Ve 1 Kasım’da AKP tek başına iktidara gelmemiş olsaydı, emin olunuz, üçüncü defa sandığın yolu açılacaktı ki, bunu da AKP’li bir genel başkan yardımcısı çoktan itiraf etmiştir.
Türkiye’nin demokratik seviyesi iniştedir.
Türkiye, medya özgürlüğü, kişi hak ve güvenliği liginde küme düşmüştür.
Başörtülü kadınlara kelepçe vurulan ülkenin ismi Türkiye’dir.
Sonra dönüp başörtüsünün toplumda olumlu algılandığını söyleyen ve başı açıkları tahkir eden valilerin görev yaptığı ülkenin ismi Türkiye’dir.
Televizyonlara baskın düzenlenen, zorla ele geçirilen gazetelere parti görevlileri atanan, okullara paralel operasyonları yapılan, dün dediğini bugün yalanlayan, diliyle kalbi arasında uçurumlar bulunan yöneticilerin bulunduğu ülkenin ismi de Türkiye’dir.
1 Kasım’da kazanan PKK’dır.
1 Kasım’da kazanan bölünme projeleridir.
1 Kasım’da kazanan Dolmabahçe ihanetidir.
1 Kasım’da yüzü gülen İmralı canisi, Türk düşmanları, Türkiye’nin başına çuval geçirmek için kuyrukta bekleyen tüm çevrelerdir.
Suriye’ye kara operasyonu için gün sayanlar 1 Kasım tezgahını kurmuşlardır.
Öcalan’ın serbest bırakılması ve saraya alınması için fırsat kollayanlar 1 Kasım’a umut bağlamışlardır.
Planlanan yeni anayasa ve başkanlık sistemiyle milli ve üniter devletin parçalara ayırılıp özerklik ve federasyon modelinin tesis edilmesi amacıyla 1 Kasım’a yatırım yapılmıştır.
Türklüğün anayasadan çıkarılması konusunda AKP, yıkım ve bölünme lobilerine 1 Kasım’da randevu vermiştir.
1 Kasım diktatörlüğün teyidi, rüşvet ve yolsuzlukların tescili, ihanet ve melanetler serisinin küstahça ilamıdır.
Güya ileri demokrasi diyenler, gerilemiş bir Türkiye’nin temellerini yeni Türkiye kepazeliğiyle kazmışlardır.
Milliliği, dürüstlüğü ve ahlaklılığı yirmilik çiviyle bile çaksak üzerlerinde durmayacağını bildiğimiz ne kadar gafil varsa 1 Kasım’da derin bir nefes almıştır.
1 Kasım Türkiye’nin geleceğini, şimdilik bir kişiye ipotek edilmesine yaramıştır.
Bu böyle sürmeyecek, bu cinnet dolu karanlık yıllar daha fazla devam edemeyecektir.
AKP kazandığını sanırken, ilk günkü aşk ve 2002 ruhu ezberlerine boğulmuşken ahlaken, vicdanen ve esasen kaybetmiştir.
Gün gelecek bunu herkes görecek, Türkiye’nin bahtı mutlaka açılacaktır.
Bu şeref payesi de Milliyetçi Hareket Partisi’nin üzerine olacaktır.
Muhterem Milletvekilleri,
15-16 Kasım tarihlerinde Antalya’da düzenlenen G-20 Zirvesi dün tamamlanmış ve sonuç bildirisi açıklanmıştır.
G-20 Zirvesi Paris’teki terör saldırısının gölgesinde toplanmıştır.
Fransa son yılların en acı katliamıyla karşılaşmıştır.
Fransa’daki kanlı saldırıda 132 kişi hayatını kaybetmiş, çok sayıda kişi de yaralanmıştır.
Bu ülkedeki menfur terör saldırısını bir kez daha kınıyor, Fransızların acılarını paylaşıyor, taziyelerimi bildiriyorum.
Fransa’nın terörün bu kadar tesirli ve ölüm saçan yüzüyle ilk kez tanıştığını söylemek doğal olarak aceleci bir yorum olacaktır.
Yine de bu ölçüde bir saldırının, bu sayıda bir kaybın çok ender vuku bulduğu meydandadır.
Acı sadece Paris sokaklarında değildir.
Masum canlara sadece Paris’te kıyılmamıştır.
Yıllardan beri PKK’nın Fransa’da beslenip Türkiye’de kan döktüğü, Paris’te teşvik edilip Diyarbakır’da, Ağrı’da, Van’da, Hakkari’de, Şırnak’ta cinayet işlediği bilinmektedir.
Batı’nın terör örgütlerine ikircikli bakışı, teröristlere müsamahalı yaklaşımı, dahası kiralayıp saldırı emri vermesi yeni bir namertlik değildir.
Maalesef Fransa’nın bu kapsamdaki sicili hiç de iç acıcı görülemeyecektir.
Paris’te ölenlere elbette üzülelim, elbette katillerin bulunması konusunda ülkeler arasında işbirliği ve diyalog zeminleri kurulmasını dileyelim.
Terörizm ateşi konusunda empati yapmak, duyarlı olmak, sorumluluk bilinciyle hareket etmek insanım diyen, insan haklarına hürmet eden herkesin vazifesidir.
Ancak Bağdat’ta, Kerkük’te, Musul’da, Rakka’da, Şam’da, Ayn el Arap’ta, Ankara’da katledilen terör kurbanlarına da aynı vicdan ölçüsüyle yaklaşalım ve acıları rekabet ettirmeden teröre karşı ortak paydada buluşalım.
Fransa yönetiminin düne kadar PKK’ya sunduğu geniş imkânları, verdiği destek ve sağladığı maddi imkanları gözden geçirip insanlığın safında yer alacağını ümit ediyorum.
Paris saldırısının bir ders vermesini temenni ediyorum.
Terör karşısında tarafsız, güvenli ve dokunulmaz bir alan olmadığı, silah tutan elleri koruyanların bundan er ya da geç olumsuz etkileneceği ortadadır.
G-20 Zirvesi’ne terör damgasını vurmuştur.
Antalya Zirvesi’nin önemli sonuçlarından birisi de, G-20 ülkelerinin terörizmle mücadele konusunda güçlü bir duruş ortaya koymuş olmalarıdır.
Bu duruş önemlidir.
Fakat terörün bu seviyeye gelmesinde, insanlığı ablukaya almasında Antalya’da taziye mesajı veren bazı ülke liderlerinin hatırı sayılır payı olduğunu da yabana atmamak lazımdır.
IŞİD bir numaralı tehdit kategorisindedir.
Peki bu kanlı çeteye silahları kimler vermiş, kimler Ortadoğu’yu karıştırmak için görevlendirmiştir?
Bu örgütün silah fabrikası vardır da, kendi ihtiyacını kendisi mi karşılamaktadır?
Bu sorulara yüreklice verilecek cevapları aslında tüm insanlık beklemektedir.
Aldatmaya, timsah gözyaşlarına gerek yoktur.
PKK’ya zoraki terör örgütü diyen model ortak ABD, ısrarla YPG’ye silah yardımında bulunmaktadır.
O silahlardan çıkan kurşunlar Mehmetçiklere, polislere isabet etmektedir.
Kandil’de PKK’nın yuvalanmasına göz yumanların, batı başkentlerinde teröristlerin mali ve militan kaynaklarını görmezden gelenlerin Antalya’da büyük laf etmeleri, terörden yakınmaları tutarlı değildir.
Şayet teröre karşı ortak duruş sergilenecekse, ilk şart öncelikle G-20 ülkelerinin samimiyet testinden geçmeleri, geçmişteki politikalarıyla yüzleşmeleridir.
Antalya’dan teröristleri telin edip, ülkelerine dönünce nerede kalmıştık diyerek terörle koyun koyuna yatanlara karnımız toktur.
Eğer ki, G-20 ülkeleri tamamıyla ve önyargısız terörizm illetine tavır alırsa, biliniz ki, hiçbir terör örgütü ayakta kalamayacaktır.
Dileğim başta Erdoğan olmak üzere, ülkemizde konuk olan diğer ülke liderlerinin bu sarih gerçeği idrak etmeleri, birbirilerinin yüzüne bakarak utanmalarıdır.
Paris’te ölenle Beyrut’ta, Sana’da, Mogadişu’da, Ankara’da ölen arasında bir fark yoktur.
Zira maktulün kimliğini değil, katilin eşkâlini ve himaye edenini sorgulamak ve peşine düşmek asıldır.
Bir Fransız düşünürünün 19.yüzyılda, “Paris’te bir adam öldürülürse bu bir cinayettir, doğuda elli bin insan boğazlanırsa bu sadece bir meseledir”, sözünün tersine çevrilmesi ve yalanlanması için alınması gereken daha çok mesafe vardır.
Küresel nitelikli terör kampanyasının derhal etkisiz hale getirilmesi için uluslararası zeminde işbirliği ve sağlam ittifaklar kurulmasının hayati olduğunu düşünüyorum.
Türk milleti onca şehit verirken, teröristleri silahlandıranların, üzerimize kışkırtanların günah çıkarma iradelerinin dönemsel ve durumu kurtarmak adına yapmadıklarına inanmak istediğimizi bildirmek istiyorum.
Sözlerime son vermeden bir kez daha ifade ediyorum, sizler, tıpkı Kürşat ve 40 çerisi gibi göstereceğiniz mücadeleyle içten ve dıştan kurulan ablukayı parçalayacak, millet vekaletini en iyi şekilde temsil edeceksiniz.
Seçim Beyannamemizde yer bulan öneri ve sözlerimizin yasalaşması için her gayreti sergileyeceğiz.
AKP’nin milletimize yapmayı taahhüt ettiği her vaadin takipçisi olacağız.
Milletimizin varlığını, devletimizin bütünlüğünü temine yönelik demokratik mücadele ve müdahale hakkımız saklı kalmak üzere, vatandaşlarımızın yaşadıkları ağır ekonomik sıkıntıların aşılması, onların yararına olduğuna inandığımız her politikanın uygulanması için yapıcı ve uzlaşmacı bir tavrı ilke edindiğimizi belirtmek istiyorum.
Çünkü bizler artık yalnızca partimizin ve seçim bölgemizin milletvekilleri değil aynı zamanda her meslek ve her yöreden, her inanç ve her coğrafyadan hizmet bekleyen vatandaşlarımızın da temsilcisiyiz.
Bu aynı zamanda milliyetçi olmamızın doğal bir sonucudur.
Milliyetçi Hareket Partisi yeni dönemde, Meclis bünyesinde böylesi bir anlayışın temsilcisi olmaya ve bu anlayışa öncülük etmeye, milletvekili sayısı ne olursa olsun niyetli ve kararlıdır.
Cenab-ı Allah’tan bizleri mahcup etmemesini niyaz ediyorum.
Gönlüyle ve yüreğiyle Milliyetçi Hareket’e desteklerini sürdürenlere sonsuz teşekkürlerimi tekraren ifade ediyor, yeni dönemin hayırlı olmasını diliyorum.
Bu duygu ve düşüncelerle, Milliyetçi Hareket Partisi Meclis Grubu’nun saygıdeğer üyelerini saygı ve sevgi ile selamlıyor, bundan sonraki çalışmalarında üstün başarılar diliyorum.
Hepinizi Allah’a emanet ediyorum.
Sağ olun, var olun.
Bir yanıt bırakın