Değerli Milletvekilleri,
Saygıdeğer Misafirler,
Sayın Basın Mensupları,
Bu haftaki Meclis grup toplantımıza başlarken sizleri sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.
Şüphesiz konuşmamız ve üzerinde titizlikle durmamız gereken çok fazla konu başlığı vardır.
Her zaman olduğu gibi, milletimizi yakından ilgilendiren meseleleri kararlı bir şekilde ele almak, etraflıca tartışmak durumundayız.
Kabul ve itiraf edelim ki, Türkiye’nin pek çok sorunu, oldukça fazla açmazı vardır.
AKP’nin her yanı tel tel dökülen meflûç politikaları ülke ve millet hayatını terörize etmekte ve zehirlemektedir.
Toplumsal cinnet, ekonomik felaket, siyasal hezimet, ahlaki vahamet birbirine eklemlenerek Türkiye’yi köşeye sıkıştırmakta, milletimizin nefesini kesmektedir.
Bunun yanında sosyal ve ekonomik çalkantı devamlı kamçılanmakta, devamlı körüklenmektedir.
Türkiye, hepimizi endişeye sürükleyen bir şiddet döngüsüne, vahşet sürecine kilitlenmek üzeredir.
Mersin’in Tarsus ilçesinde, akıl almaz yöntemlerle, en aşağılık şekilde katledilen Özgecan kızımız nasıl bir cinnetle, nasıl bir şiddet seliyle karşı karşıya kaldığımızı göstermiştir.
Öncelikle Özgecan evladımıza Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyorum.
Kederli ailesinin acısını yürekten paylaşıyor, bu hunhar cinayeti lanetliyor ve katillerin en ağır düzeyde cezalandırılmasını temenni ediyorum.
Ailesinin ve hepimizin başı sağolsun diyorum.
Değerli Arkadaşlarım,
Kadına yönelen şiddet dalgasının, masum canlara kast eden canice saldırıların niçin bu kadar yaygınlaştığını mutlaka araştırmak ve yorumlamak zorundayız.
Toplumsal huzurumuza musallat olan bu kanlı ve vahşi tablonun arkasındaki perde aralanmadıkça maalesef Özgecanların kaybını engellememiz ihtimal dahilinde değildir.
Şiddet bir sonuçtur ve sebepleri gün yüzüne çıkarılıp tedavi edilmedikçe acıklı hadiseler vicdanları kanatmaya devam edecektir.
Bizim için çok mühim olan bu konuyla ilgili yapacağım değerlendirmelere geçmeden evvel, Türkiye ekonomisiyle ilgili bazı kanaatlerimi açıklamak, düşüncelerimi sizlerin ve aziz milletimin bilgisine sunmak arzusundayım.
Bildiğiniz gibi, dün Kasım 2014 dönemine ait işsizlik verileri ilan edilmiştir.
Ülke genelinde 15 ve daha yukarı yaştaki işsizlerin resmi sayısı 3 milyon 96 bine ulaşmış ve bu kapsamda ki işsizlik oranı da yüzde 10,7 olarak gerçekleşmiştir.
2014 yılı Şubat ayı itibariyle, işsizlik oranını hesaplamada yeni bir yönteme geçildiğinden işsiz sayısının çerçevesi kurnazca daraltılmıştır.
AKP Hükümeti ayak oyunlarıyla, bayat numaralarla işsizliğin üzerini örtmekte, gerçek manzarayı gizlemektedir.
Yine de mızrak çuvala sığmamaktadır.
İş aramayıp çalışmaya hazır olanlarla birlikte mevsimlik çalışanları resmi işsiz sayısına ilave ettiğimizde karşımıza hakikaten de iç karartan bir tablo çıkmaktadır.
Kim ne söylerse söylesin, toplam işsiz sayısı 6 milyona yaklaşmakta ve her evi, her haneyi ateş gibi sarmaktadır.
Sosyal ve ekonomik istikrarsızlığı besleyen sayıları 2 milyonu aşan Suriyeli sığınmacılar ise işsizliği daha da kemikleştirmektedir.
Gençler işsiz, analar, babalar, çocuklar ümitsizdir.
İşsizlik sorununu çözmeyen, çözme gibi bir niyeti de bulunmayan, iş ve aş umutlarını karşılamaktan bihaber AKP Hükümeti tam bir başarısızlık markasıdır.
Kadınların işgücüne katılma oranı yüzde 33,9’dur.
Herhangi bir sosyal güvencesi olmayan ve kayıt dışı çalışma grubunda bulunanların oranı yüzde 35’e yaklaşmıştır.
2014 yılı üçüncü çeyrekte yüzde 1,7; dokuz aylık dönemde yüzde 2,8 artan ekonomik büyüme yeni iş sahaları oluşturmaktan çok ama çok uzaktır.
İşin bir başka düşündürücü tarafı da, çalışma çağındaki nüfusumuzun sadece 25 milyon 874 binin istihdam ediliyor olmasıdır.
Gelişmiş ülkelerle mukayese ettiğimizde bu rakam oldukça düşük ve yetersizdir.
Takdir edersiniz ki, bir ekonominin başarısı çalışma istek ve arayışında olan insanlara sağladığı veya sağlayacağı iş imkânlarıyla doğru orantılıdır.
Bu itibarla AKP’nin ekonomi politikaları duvara toslamakla kalmamış, milyonlarca vatandaşımızı işsiz, güçsüz ve gelirsiz bırakmıştır.
İşsizlik herkesi kavurmaktadır, ama AKP yalana, riyaya, tozpembe hayal tacirliğine devam demektedir.
İşsizlik musibeti milletimizin bağrını delmektedir, ama Davutoğlu hala istihdam oluşturduk hikâyelerinden medet ummaya devam etmektedir.
Kaçak ve karanlık saraya gelince ‘itibardan tasarruf olmaz’ bahanelerine sığınan, konu işsiz kardeşlerimiz olunca bütçe dengelerini hatırlayan, ‘gelişmiş ülkelerde de işsizlik var, ne yapalım’ diyen 17-25 Aralık çetesinin failleri milletimizin hak ve nafakasını çarçur ederek çoktan günaha batmışlardır.
Bugün Malatyalı Ahmet işsizse bunun müsebbibi rüşvet ve yolsuzluk şebekesidir.
Bugün Diyarbakırlı Kerim, İzmirli Filiz, Trabzonlu Dursun, Yozgatlı Mehmet, Mersinli Ali, Tekirdağlı Kağan işsiz kalmışsa bunun vebali haram yiyen, istismar faciasını inkâr küstahlığıyla sürdüren AKP zihniyetinin sırtındadır.
Kahveler işsiz kardeşlerimizle dolup taşıyorsa, sokak araları işsizlerden geçilmiyorsa, birkaç kişinin istihdam edileceği işlere binlerce insanımız müracaat ediyorsa suçlu bellidir, sorumlu ortadadır.
AKP; yakın, yandaş, hısım, dünür ve akrabalara iş bulma, bunları işe sokma, yağmadan pay verme hususunda beceriklidir.
AKP; kul hakkını yemede, insan şeref ve onurunu çiğnemede, hazine kaynaklarını, millet varlıklarını ulufe gibi dağıtmada rakipsizdir.
Yolsuzluk, yoksulluk ve rüşvet mekanizmasının mimarı AKP’dir.
Aldatma, kandırma, kapkaç ve karaborsa siyasetinin müellifi de AKP’dir.
Bize göre işsizlik bir kader, kaçınılmaz bir akıbet değildir.
Milliyetçi Hareket Partisi işsizliği yenecek kuvvet ve azme ziyadesiyle sahiptir.
Rabbim izin verir, aziz milletimiz destek ve yetkiyi sağlarsa, işsizlik muhasarası yarılacak, yolsuzluk saldırısı, yoksulluk taarruzu kesif bir bozgun yaşayacaktır.
Aç ve açıkta kim varsa elinden tutacağız.
İşsiz ve darda kalan kim varsa, elimizi uzatacağız, gönlümüzü açacağız.
Gelir dağılımındaki korkunç adaletsizliği giderip, orta sınıfa soluk aldıracağız, zenginden fakire doğru gelir transferi sağlayacağız.
İşsizliği önlemek için;
Her yıl sürdürülebilir nitelikli yüksek ve kesintisiz ekonomik büyümeyi,
Bu büyümenin üretime, yatırıma ve istihdama yol açmasını,
Toplam varlığı 80 milyar lirayı aşan işsizlik sigortası fonunu işsizlikle mücadelede etkin kullanmayı ve fon gelirinden amacı dışına çıkarılarak hazineye aktarılan 11,5 milyar lirayı tekrar iade etmeyi,
İşsizlik ödeneğinden yararlanma şartlarını esnetmeyi ve çok sayıda kardeşimizin yararlanmasını,
4/C’lilere kadro vermeyi,
Kamuda çalışan taşeron işçileri kadrolu yapmayı,
Kadınlarımızın işgücüne katılımını teşvik etmeyi,
Emeklilikte yaşa takılanlarla ilgili biriken sıkıntıları gidermeyi,
İhtiyaç sahibi her aileden en az bir kardeşimize iş imkanı sağlamayı,
Atama bekleyen öğretmenlerimizin şikayet ve feryatlarını dindirmeyi,
Kamuda boş kadrolara atama yapmayı, üniversiteyi bitirmiş evlatlarımızın yüzünü güldürmeyi mutlaka başaracağız, mutlaka yapacağız.
Biz de teslimiyet yoktur. Bu nedenle işsizliğe teslim olmayacak, boş tesellilerle avunmayacağız.
Biz de atalet yoktur. Buna karşılık adaletli bölüşüm bizim işimizdir, hakça paylaşım bizim görevimizdir, külfet ve nimette ortaklık kurmak bizimle tecelli edecektir.
Biz mazeret üretmeyeceğiz, üreten ekonomi, çözüm üreten ekonomi, yenilik peşinde koşan ekonomi, bilgi ve teknoloji temelli ekonomi, nihayetinde de yaralara merhem olan ekonomi yönetimini tesis ve temin edeceğiz.
İnanıyoruz ki söz ağızdan bir kere çıkacaktır.
Dürüstlük, verdiği sözde durmak her babayiğidin de harcı olmayacaktır.
Yapacağımız şeyleri söyler, başaracağımızın garantisini veririz.
Çünkü Türk siyasetinin 46 yıllık çınarına, Türk-İslam ruhunun yılmaz bekçisine, Türkiye sevdasının simgeleşmiş burcuna başka türlüsü de yakışmayacaktır.
Değerli Arkadaşlarım,
Geçtiğimiz hafta 2014 yılına ait Yaşam Memnuiyeti Araştırması TÜİK tarafından açıklanmıştır.
Mutlu olduğunu beyan edenlerin oranı 2013’de yüzde 59 iken, bu oran 2014’de yüzde 56,3’e gerilemiştir.
Başka bir deyişle nüfusumuzun yarıya yakını esasen mutsuz ve huzursuzdur.
Türkiye’nin mutluluk konusunda da kutuplaşması hayra alamet görülemeyecektir.
Gerçekte ise mutlu azınlıkla mutsuz kalabalık arasındaki makas günden güne açılmaktadır.
Bugün ülkemiz nüfusunun resmi olarak yüzde 15’i, yani 12 milyona yakın vatandaşımız yoksulluk sınırının altındadır.
Ne var ki, hayatın bizatihi akışına baktığımızda bu rakamın daha da fazla olduğunu söylemek mümkündür.
Sürekli yoksulluk riski altında bulunan aşağı yukarı 10 milyon vatandaşımız bulunmaktadır.
Nüfusumuzun yüzde 39,7’si sızdıran çatı, nemli duvar, çürümüş penceresi olan konutta oturmaktadır.
Yine nüfusumuzun yüzde 42,2’si ısınamamakta, yüzde 65,4’nün de taksit ve borcu bulunmaktadır.
Son yedi yıllık zaman zarfında, nüfusumuzun yüzde 12,1’i borçlanmak durumunda kalmıştır.
Dikkatinizi çekiyorum, sayıları 38 milyona varan vatandaşlarımız beklenmedik bir harcamayı karşılamaktan uzaktır.
Sayıları 58 milyonu aşan vatandaşımız yıpranmış ve eskimiş mobilyalarını dahi yenilemekten mahrumdur.
Toplam sayısı 5 milyona yaklaşan asgari ücretle geçinen kardeşlerimiz sosyal ve ekonomik krizin pençesindedir.
2014 yılına ait verilerle söylersek, asgari ücret aldığı halde eşi çalışmayan ve karnını güç bela doyuran 2 milyon 200 bin kardeşimiz, 3 ve üzeri çocuğu bulunan 872 bin insanımız çaresizlikle boğuşmaktadır.
2 milyon taşeron işçimiz eziyet görmekte, zulüm altında adeta inlemektedir.
Ucuz iş gücü maliyeti arayışıyla temellenen ve kar hırsı uğruna yaygınlaşan taşeron uygulaması AKP iktidarı döneminde günden güne bırakınız artmayı, tek kelimeyle azmıştır.
Kısaca özetlediğim bu Türkiye resminin neresinde zenginlik, neresinde refah ve gelişme vardır?
Milyonlarca insanımız sefalet şartlarında yaşarken haram üzerine dikilen, israfla çatısı örülen kaçak ve karanlık saraya sessiz kalmak mümkün müdür?
Ayakkabı alamayan, ekmek bulamayan, şu kış kıyametten palto bile giyemeyen fakir fukaranın hakkına göz dikmek, elindeki avucundaki sömürmek hangi ahlaka, hangi insanlığa sığacaktır?
İşine gelmeyince dünyada yalnızlığı umursamadığını söyleyen, yeri gelince de Hz. Mevlana’nın pergel benzetmesini ilham alarak fıldır fıldır dünyayı dolaştığını iddia eden Erdoğan’ın haram ve hezimet sultası nereye kadar sürecektir?
Merak ediyoruz, terlemek isteyen Erdoğan, Latin Amerika’nın sıcağını bulunca bol bol terlemiş, güneşin tadını çıkarmış mıdır?
Çocuğunu okuturken saçlarına ak düşmüş kardeşim, akşam eve gelirken market ve pazarı yalnızca uzaktan seyreden değerli vatandaşım, bu haksız ve ahlaksız yönetimi daha ne kadar görmezden geleceksiniz?
Erdoğan ve Davutoğlu milletimizin sırtından geçiniyor, mazlumların iliğini kurutuyor, helal kazançları aşırıyor hala görmeyecek, tepki vermeyecek miyiz?
Cumhurbaşkanı uçan sarayıyla, devletin parasıyla gezmediği, bol harcırahla görmediği, gitmediği, konaklamadığı yer bırakmamıştır.
Erdoğan milletimizin sayesinde dünya turu atmakta, gökyüzünden yere bir türlü inmemekte, kıtalar arası turistlik seyahat acentesi gibi çalışmaktadır.
Türklüğe düşman, Türkiye’ye hazımsız, milliliğe mesafeli, tarihi ve kültürel mirasımıza soğuk ne kadar mihrak varsa son günlerinde sefa sürmekte, yiyip içip eğlenmektedir.
Erdoğan “Ankara’da sadece evrak imzalayan değil, terleyen koşturan bir Cumhurbaşkanı olacağım dediğimde birileri buna karşı çıkıyor. Siz bu başarıyı oturarak mı elde ettiniz size soruyorum?” sözleriyle gezip dolaşmasını izah etmeye kalkışmaktadır.
Erdoğan göçmen kuşlar gibi bir oradan bir buraya uçmuştur da hangi başarıyı elde etmiş, milletimizin hangi ihtiyacını karşılamıştır?
Artan hayat pahalılığı mı azalmış, işsizlik mi yavaşlamış, ülkemizin gücü mü artmıştır?
Ukrayna kriziyle ilgili Belarus’ta toplanan ara bulucu ülkelerden birisi mi olduk, Ortadoğu’da, Balkanlar’da, Kafkaslar’da sözümüzü mü dinlettik?
Kimse bize hikâye anlatmasın, zira bizim karnımız boş laflara tok, zihnimiz kuru gürültüye kapalıdır.
Erdoğan dünkü bir konuşmasında, bizi de hedefe koyarak; “Proje desen proje yok, vizyon desen yok, hayal desen o bile yok. Çalışma gayreti zaten hiç yok” diyerek sanki aktif siyasetin içindeki bir siyasi şahsiyet gibi zırvalamıştır.
Eğer villada soygun paralarını eritmek, yolsuzluk havuzlarında milyar dolarlarla ıslanmak, ayakkabı kutularına devasa rüşveti sıkıştırmak bir projeyse, bizim böyle bir projemiz ne görülmüş, ne de görülecektir.
Eğer hırsızlık bir vizyon, ihanet bir misyonsa; biliniz ki, ne böyle bir vizyonumuz, ne de bu şekilde bir misyonumuz vardır.
Türkiye’yi yıkmak, milleti bölmek bir hayal ve gayeyse, biz bu hayalin karşısında dimdik duran Alparslan’ız, biz bu hayasızlığı tepeleyecek Türk milletinin eğilmeyecek başı, bükülmeyecek koluyuz.
Erdoğan; çalışmadan ziyade, aynanın karşısına geçip çalanlardan bahsederse daha samimi, daha sıcak olacaktır.
Erdoğan 2023’ü değil de, 17-25’in şifrelerini anlatırsa en azından bir defa da olsa doğru bir iş yapmış sayılacaktır.
Şunu unutmayınız ki, Türk milleti hiçbir kötü emele geleceğini hibe etmeyecek, hiçbir hasis ve despot şahsiyet için gelecek ülkülerinden ödün vermeyecektir.
Türkiye hırsıza, uğursuza, kanun kaçaklarına, yolsuzluk ve hıyanet çetelerine bırakılamayacak kadar değerli ve azizdir.
İnanıyorum ki, Allah’ın yüce kitabında yasakladığı ne kadar kötülük varsa tarafı ve faili olanları millet vicdanı affetmeyecektir.
AKP’yle olan hesabımız mahşere kalmayacak, 7 Haziran’da bu iş kökten ve tümden bitirilecektir.
Değerli Milletvekilleri,
Uzunca bir süredir toplumsal şiddet tesirini arttırmaktadır.
Konuşmamın başında ifade ettiğim gibi, şiddet bir sonuçtur ve nedenleri gün yüzüne çıkarılmadıktan, kaynağına inilmedikten sonra uygulanacak tedbirler pansuman işlevi görecektir.
Mersin’in Tarsus ilçesinde, 20 yaşındaki Özgecan kızımızın hunharca katledilişi hepimizi derinden sarsmış, hepimizi hüzne boğmuştur.
Soğukkanlı katiller, burada anlatmayacağım vahşilikle Özgecan’ın canını almış, henüz hayatının baharında aramızdan koparmışlardır.
Bu cinayete yurt çapında büyük bir tepki gösterilmiş, milletimiz haklı ve meşru bir infialle caniyi, yardım ve yataklık yapan suç ortaklarını protesto etmiştir.
Yediden yetmişe herkes Özgecan’a üzülmüş, Özgecan için ağlamıştır.
Bu elim ve kahredici cinayetten sonra, sormamız ve sorgulamamız gereken çok şey olduğu açıktır.
Kadına, kıza, küçücük çocuklara yönelik şiddet niçin bu denli yaygınlık kazanmıştır?
Hiç kimse katil, terörist, ölüm makinesi olarak doğmayacağına göre, hayatın olağan akışı içinde masum bir bebekten azılı bir canavar haline dönüşmenin sırrı nedir?
Sorun yetişme şartlarında mıdır? Yoksa eğitim, kültür ve toplumsal geleneklerde mi saklıdır?
Eksik bırakılan, yerine getirilmeyen, ihmal edilen, hatta unutulan hangi terbiye ve ahlaki ödevlerdir?
Konunun uzmanları, üniversitelerin ilgili bölümlerinde görev alan akademisyenler ve bilim insanları bugün konuşmayacak, bugün düşünmeyecek de ne zaman dile ve insafa geleceklerdir?
Fertlerdeki psikolojik ve sosyolojik açmazların tahlili, şiddeti doğuran sosyal ve siyasal iklimin analizi isabetle yapılmadan yasa çıkarılsa da anlamı olmayacak, idam cezası getirilse de şiddet durmayacaktır.
2008 yılında, gelinlikle dünya turuna çıkan ve Gebze’de cesedi bulunan İtalyan sanatçının tecavüz edilip boğularak öldürülmesi sorarım sizlere, insanlıkla bağdaşmakta mıdır?
Erdoğan’ın 2009 yılında, Münevver Karabulut cinayetiyle ilgili “sınırsız, kontrolsüz bir ahlaki erozyonun olduğu yapılanma gerçekten bizi dertlendiriyor. Kendi başına bırakılan ya davulcuya ya zurnacıya” ifadeleri bugünkü duruş ve tutumuyla uyumlu mudur?
Ayrıca 2013 yılında, Nevşehir’in Göreme beldesinde 22 yaşındaki bir Japon kadın turistin öldürülmesi ve İstanbul Fatih’te tecavüz edilerek canı alınan ABD’li bir kadın henüz akıllardan çıkmamıştır.
Ülkemize misafir gelen bu kadınların saldırı ve cinayetlere kurban gitmesi ülke imajını, milletimizin saygınlığını maalesef ki zedelemiştir.
Gazetelerin üçüncü sayfaları kandan, kundaklamadan, taciz ve tecavüz haberlerinden geçilmemektedir.
Kadına şiddet facia ve felaket ötesidir.
Son 10 yılda 7 bin 122 kadın farklı nedenlerle katledilmiş, 5 bine yakın kadın da ne acıdır ki tecavüze uğramıştır.
2008’den bu tarafa kadın cinayetleri, lütfen dikkat buyurunuz, yüzde bin 400 çoğalmıştır. Nitekim bu rakamlar sözün bittiğine apaçık işarettir.
Bu çerçevede, 2014’de 294, sadece bu yılın Ocak ayında 20 kadın hayata veda etmiştir.
Burada şiddet istatistiklerini daha da fazlalaştırıp sabrınızı zorlamak istemiyorum.
Fakat şunu özellikle bilmenizi temenni ediyorum ki, dökülen kadın kanı, alınan kadın canı medeni toplum iddialarını hepten çürütmektedir.
Şimdiye kadar kadına şiddeti engellemek amacıyla kanun çıkartılmış, ancak bir netice doğurmamıştır.
Toplumsal bilinçlenmeyi arttırmak için kampanyalar tertip edilmiş, toplantılar, paneller, organizasyonlar düzenlenmiş, raporlar hazırlanmış, teessüfle söylemek istiyorum ki bir faydası dokunmamıştır.
Yine taciz, yine tecavüz, yine ölüm ve saldırı vakaları almış başını yürümüştür.
Kadına uzanan ellerin kırılmasını her defasında söyledik, bunun yanı sıra Başbakan’da dillendirmiş, herkes, her kesim bu kararlılıkta olmuştur.
Ancak cinayetlerin önüne geçilememiş, saldırıların arkası kesilmemiştir.
Peki, vahşet ve şiddet dili niçin bu kadar hâkimdir?
Kusur kimde, yanlış ve zafiyet nerededir?
Bir defa şunu kabul edelim ki, toplumlar için büyük tehlike geçiş dönemlerinde dengeyi kaybetmektir.
Türkiye’nin en temel sorunu sosyal ve siyasal dengesini yitirdiğinden üst üste tökezlemesidir.
İlave olarak iddialı değişim sloganları tarihi ve kültürel tecrübeyle desteklenmediği, sosyal zeminde karşılık bulmadığı zamanlarda anlam bunalımı, maneviyat krizleri, ahlaki çöküşler ortaya çıkmaktadır.
Hukuk askıda, adalet kenarda ise suç ve suçlu sayısı patlamaktadır.
Toplumsal adalet duygusu göçtüğü anda, yaptırım ve cezalandırma sistemi alabora olduğu takdirde şiddet egemen olmaktadır.
Şimdi herkes idam cezasının tekrar getirilmesiyle ilgili yorum yapmakta, bu konuda iktidar partisi de başı çekmektedir.
AKP toplumsal tepkiyi eritmek, yükselen itirazları emmek için idam tartışmalarının önünü açmaktadır.
Burada çok ciddi bir samimiyet noksanlığı olduğu nettir.
Madem idam cezasına ihtiyaç vardır, madem katillerin hak ettiğini bulması istenmektedir; o zaman AKP’nin önüne geçen, engel çıkaran, elini tutan da yoktur, olmayacaktır.
İktidarın karanlıktan el sallaması bize göre amaç ve niyetini gizleyemeye yetmeyecektir.
Başbakan ve partisine sesleniyorum; hadi buyurun, idam cezasıyla ilgili düzenlemeyi hemen hazırlayın ve hemen harekete geçin de ne kadar dürüst ve sözünüzün eri olduğunuzu görelim.
Yürürlükteki hukuk mevzuatında insan öldürenlere, en bayağı ve mide bulandırıcı suçları işleyenlere gerekli ağır cezalar öngörülmüş, kural ve hükme bağlanmıştır.
Mesele hukuku doğru ve vicdanlara uygun tatbik etmektir.
Suçla mücadele için önce suçu doğuran, bir kişiyi suça iten sosyal, siyasal, psikolojik ve ekonomik kompozisyonu iyi okumak, iyi değerlendirmek zorunluluğu vardır.
Eğer suçu imal eden ana kaynak kurutulmazsa, istediğiniz kadar darağacı kurun, istediğiniz kadar ceza yağdırın; ne yazık ki makus ve acı verici vakalardan kurtulma şansınız olmayacaktır.
Tarih bize gösteriyor ki, toplumsal karışıklıkların, cinnet ve cinayete kadar varan hadiselerin, suç ve suçludaki artışın sütre gerisinde ana dinamik olarak adaletsizlik, eşitsizlik ve cehalet yatmaktadır.
16 ve 17. yüzyılda Anadolu’da baş gösteren vahim olayların, adına celali isyanları denen toplumsal yıkımın sosyal ve ekonomik dengesizlikten nemalandığı kuşkusuzdur.
Gözünü kan bürümüş suhteler, ipini koparmış asker ve sefer kaçakları, dağları mesken tutmuş çeteler, etrafta kol gezen eşkıyalar, yol kesen, tecavüz eden, insan öldüren, köy basan haydutlar esasen basit adli vakıalar olmayıp sistemik bir problemin eseridir.
Bugün yaşadığımız tramvalar bazı noktalarda düne benzemekte, geçmişi andırmaktadır.
Bir yanda kadına ikinci sınıf insan muamelesi yapıp eşitliği yok saymak, diğer yanda kadını sadece çocuk doğuran bir göreve indirgemek şiddeti alttan alta beslemektedir.
Bir yanda alenen suç işleyip diğer yanda mahkemeleri darbeci, paralel, milli irade düşmanı olarak göstermek; dahası yandaş ve siyasileşmiş yargı kurmak adalete güveni sekteye uğratmakta, hukukun yaptırım gücünü aşındırmaktadır.
Hırsızlık yapan, hainlik eden güçlü ve arkasını iktidara dayamış yandaşsa dışarıda gezmekte, suçlu sıradan bir kişi ise doğrudan cezaevini boylamaktadır.
Sağlıksız sosyal değişme, yönsüz, ilkesiz, ahlaksız ve gayri milli siyasal önermeler insanımızın kafasını karıştırmakta, kuralsızlık ve hukuksuzluğu tahrik etmektedir.
Totaliter heveslere kapılmış malum simaların tahakküm hırs ve açlığı, aynı zamanda cepheleşmeyi özendiren şiddet üslubu bir bakıma canilere moral aşılamaktadır.
Sosyal değişme, nereden geliyoruz, nereye gidiyoruz arayışının niçin ve nasıl sorularıyla genişletilmesidir. Ve tarihi mirasın şuurumuzda formüle edilmesidir.
AKP Hükümeti, sosyal değişmeyi milli ve manevi gerçeklere müzahir olacak şekilde bina edememiş, siyasal dengeyi bozmuş, ekonomik yapıyı kötürüm bırakmıştır.
Bu itibarla toplum şiddete teslim olmuştur.
Erdoğan’ın kavgacı tutumu, kanun tanımaz tavrı, hukuken sübut bulmuş suçları dahi siyaseten karalaması bir süre sonra ters tepmiş, ortaya çıkan sosyal fatura iyice kabarmıştır.
Meksika’da, cinayete kurban giden üç Suriyeli Türkmen kardeşimiz için haklı olarak Obama’ya seslenen ve ‘neredesin Başkan’ diye soran Cumhurbaşkanı’na, bizim de ‘nereye kadar sürecek bu zulmün Erdoğan’ diye sormak en tabii hakkımızdır.
Bize göre, özünde zalim olanların, zulmü felsefe haline getirenlerin akıl yoluyla insani davranmaları dün mümkün olmamıştır, yarın da olmayacaktır.
Yeni Özgecanların olmaması, yeni dehşet verici cinayetlerin yaşanmaması için herkes, bilhassa Hükümet sorumluluk bilinciyle hareket etmeli, ayırıcı ve kutuplaştırıcı siyasal dilini acilen kesmelidir.
Toplumun içinde bulunduğu genel ve şiddetli dalgalanmanın hızla ürettiği genel cinnet hali önlenemezse, Türkiye üçüncü dünya ülkeleri klasmanına düşecek ve içe kapanacaktır.
Bu durumda demokrasi yaşayamaz, milli birlik ve kardeşlik soluk alamaz, ülkemiz ayakta ve bağımsız kalamaz.
Bu yakın tehlike Erdoğan için önemli olmayabilir, Davutoğlu için kayda değer görülmeyebilir.
Fertten cemiyete, aileden millete giden sosyolojik zincirin düzen ve dengesi için her fedakârlığı yapar, her taşın altına da elimizi koymaktan çekinmeyiz.
Bundan aziz milletimiz emin olmalı, tüm vatandaşlarımız Milliyetçi Hareket Partisi’ne güvenmelidir.
Muhterem Arkadaşlarım,
AKP ile PKK arasında gerçekleşen dar alandaki kısa paslaşmalar karşılıklı kurulan al ver sürecine uygun olarak mesafe kaydetmektedir.
İktidar, İmralı ve Kandil gelgitinde siyasi namus tapusunu düşürmüş, bebek katilinin eline, ağzından çıkacak zehirli sözlere kendisini ve milletimizi mahkûm etmiştir.
İmralı canisi tarafından hazırlandığı ve 10 maddeden oluştuğu söylenen sözde silahsızlanma çağrısı PKK’nın yan kolu HDP tarafından geçtiğimiz hafta Kandil’e ulaştırılmıştır.
Kamuoyuna yansıyan haberlere göre canibaşı, PKK’dan, 21 Mart 2015 Nevruz Günü, bütün KCK birimlerinin katıldığı bir silahsızlanma kongresi toplanmasını istemiştir.
Sonrasında da müzakerelere geçileceği, yani fiilen yapılan pazarlıkların resmiyete döküleceği iddia edilmiştir.
Siyasal bölücüler günlerdir AKP’yle ortak bir açıklamadan bahsetmektedir.
Bu açıklamanın içeriğini şimdilik sınırlı sayıda kişi haricinde hiç kimse bilmemektedir.
Başbakan’dan bakanlara kadar Hükümet cenahı, iyi şeylerin olacağını, Türkiye’nin bir bahar havası yaşayacağını söylemektedirler.
En son iyi şeyler olacak denildikten sonra, milletimizin nasıl bir kabus yaşadığı hafızalardadır.
Türk milletinin iradesiyle iktidara gelen AKP, bir terör suçlusuna, otuz bin insanın ölümünden sorumlu ömür boyu ağırlaştırılmış müebbet ceza alan bir katile umut bağlamıştır.
Bu ne kepazeliktir, bu ne utanmazlıktır.
İmralı canisinin iki yıl önce PKK’ya silah bırakma ve sınır dışına çekilme çağrısı ne sonuç vermiştir de, bu seferki verecektir?
Türk milletini dağdaki eşkıya ile adadaki çete başının tuzağına düşürmeye kimin ne hakkı vardır?
PKK’nın silah bırakması tek bir şartla mümkündür: O da, Türkiye’nin çatır çatır bölünmesi, sözde Kürdistan’ın kurulmasıdır.
Erdoğan ve Davutoğlu bu melanetin sözünü verse de, pratikte bir sonuç görmedikten sonra teröristlerin silahlara veda etmesi akla ve mantığa aykırıdır.
PKK bugünkü durumuna kan dökerek, vatan evlatlarını şehit ederek, pusu kurarak, bedenlere mermi doldurarak gelmiş, teslimiyetçi AKP’nin zaaflarından da sonuna kadar istifade etmiştir.
AKP-HDP-PKK ve İmralı canisi arasında süren görüşme ve temas trafiğinin ilk gayesi 7 Haziran Milletvekilliği Genel Seçimi’dir.
AKP-PKK koalisyonu, seçimden önce sanki her şey güllük gülistanlık olmuş gibi bir hava uyandıracak, kısaca milletimizin umutlarıyla oynayacaklardır.
HDP’nin bağımsız veya parti olarak seçimlere girmesi ise sürdürülen pazarlıklara göre şekil alacaktır.
AKP ile PKK anayasayı değiştirip milli ve üniter devleti parçalama, özerkliği inşa amacında hem fikirdir.
AKP ile PKK Öcalan canisinin önce ev hapsi ya da Diyarbakır Cezaevi’ne nakli, sonra da planlanan eyalet yasalarıyla serbest kalması, genel af, bölücülüğü derinleştirecek kimlik ve statü verilmesi bağlamında da hemen hemen aynı görüştedir.
Yani AKP PKK’laşmış, PKK’da AKP maskesi takmıştır.
MİT Müsteşarı’nın siyasete taşınması ise İmralı-Kandil ortak yapımı ve talebidir.
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin illegal bir terör örgütüyle ruhen özdeşleşmesi, tıpa tıp kopyası olması olur ve sineye çekilir şey değildir.
Anayasa’yı açalım, yasaları okuyalım, millete soralım; sonuçta bunun bir tek karşılığı çıkacaktır, o da Türkiye’ye ve Türk milletine kapkara ihanettir.
Bu acı verici, gelmişimizi ve geleceğimizi heder edici bir haldir.
Gerçekte ne silah bırakan görülecek, ne terörden vazgeçen bulunacak, ne de hain emelleri terk eden olacaktır.
Türk milleti cılkı çıkmış bu miadı dolmuş sahneleri defalarca izlemiştir.
Her defasında kandırılan aziz milletimiz olmuştur.
Erdoğan ve Öcalan başkanlık sisteminde söz kesmiş, bölücü çevrelerden gelen mesajlar da bunu doğrulamıştır.
Türkiye çözülmekte, Türk milleti haince çembere alınmaktadır.
Erdoğan’ın Latin Amerika dönüşü esnasında, silah bırakma çağrısının kısa sürede yapılacağını söylemesi iki yıl öncesine tekrar dönülmesi, aynı ezber ve senaryoların bir kez daha yaşanması demektir.
Cumhurbaşkanı koltuğunda oturan şahıs PKK’ya varlığını adamış, ruhunu ipotek ettirmiş, çözülme sürecine canını koymuştur.
Bize göre süreç ihaneti teröre Türkiye’yi sunmak, fitneye boyun eğmek, dağdan şehirlere inen bölücülere müsamaha göstermektir.
Süreç ihanetiyle kızışan pazarlıklar PKK’ya göz yummak, İmralı canisine göz kırpmak, kardeş kavgasına açık çek yazmak, federasyona davetiye çıkarmaktır.
Devletin düştüğü ve düşürüldüğü şu duruma bakınız ki;
İmralı canisinin yakalanışının 16. yılında bölücüler polis kordonu altında rahatlıkla gösteri yapmakta, terörist başının posterlerini pervasızca taşımaktadırlar.
Molotof, havai fişek, el yapımı bombalarla her yeri savaş alanına çevirenler AKP’nin himaye ve güvencesiyle tahammülleri aşmışlardır.
Devlet yoktur, Hükümet kayıptır, memleket sahipsizdir, Davutoğlu kıvraklıklar göstermekte, Erdoğan ise uçan sarayıyla gezmektedir.
Yakından tanık olunduğu gibi, büyük Türk milletinin kahramanlıkla, akılla ve inançla kurarak vücut, ruh ve anlam verdiği Türkiye Cumhuriyeti’nin ebedi vatanında milli varlığını koruyabilmesi bugün ciddi bekâ sorunu haline gelmiştir.
Çok şükür, Türk milleti bölücülüğe ve teröre dur diyecek kuvveti kendi bağrından çıkarmıştır.
Bölücülüğe engel olacak muazzam inanmışlığı, yüreklerde tutuşan vatan ve millet aşkını 7 Haziran’da iktidara yine Türk milleti taşıyacaktır.
Bu millet bölünmeyecektir, teminatı Milliyetçi Hareket Partisi’dir.
İmralı izbeliğinde hazırlanan ihanet taslakları yanıp kül olacaktır, garantör Milliyetçi Hareket Partisi’dir.
Ankara’nın tarihi emanetleri yaşayacak, milli mücadelenin kutlu hatıraları meşale gibi önümüzü aydınlatacak, Mustafa Kemal’in ya istiklal ya ölüm seslenişi hiç susmayacaktır.
Şehit ile caniyi aynı kefeye koyan, katil ile maktulü bir gören siyasi akbabalar, çürümüş kalpler kaybedecek, Türk milleti 7 Haziran’da zafere uyanacaktır.
Değerli Milletvekilleri,
İç Güvenlik Paketi’nin, tüm karşı çıkış ve itirazlarımıza rağmen Meclis Genel Kurulu’nda görüşülmesine başlanacaktır.
Terörle Mücadele Kanunundan tutun da Mera Kanununa kadar 21 yasada değişiklik öngören çuvallaşmış tasarının özde güvenlik kaygısıyla hazırlanmadığı ortadadır.
Zira milli güvenliğe tehdit tüm unsur ve çevreler AKP’nin yanında, özelinde, dostluk kümesindedir.
Maskeli veya kravatlı, molotoflu veya havai fişekli, kaleşnikoflu veya mayınlı teröristler AKP’yle al takke ver külah ilişki içindedir.
Kimin eli kimin cebinde belli değildir.
İç güvenlik kisvesi altında Meclis’e getirilen bu tasarının kanunsuzluğa makyaj, Hükümet’in gizli gündemlerine yasal kılıf olduğu malumumuzdur.
Hakim ve savcılara ait yetkilerin vali, kaymakam ve polislere verilmesi güvenlikle nasıl ilişkilendirilmektedir?
Telefon dinlemelerinde, polise ilk 48 saat için izin almama ayrıcalığı vermenin neresi güvenliktir?
Savcılık kararı olmaksızın 48 saat önleyici gözaltı kararı uygulamasında hangi güvenlik tedbiri gözetilecektir?
Valilere her türlü yasak ve el koyma yetkisiyle birlikte, toplantı ve gösteri amaçlı yürüyüşlerde polislere toplu gözaltına alma ruhsatı vermek demokratik teamüllerle nasıl izah edilecektir?
Kaldı ki, güvenliğimizi tehdit eden her mütecaviz eylem ve harekete karşılık hukukun bir yaptırımı vardır, okuma ve yazma bilenlere de açıktır.
Başbakan sahiden de molotof atanı dert ediyorsa, maske takıp terör estirenleri mesele yapıyorsa Türk Ceza Kanununa bakması yeterlidir.
Davutoğlu aklınca İç Güvenlik Paketi’ne itirazımızdan dolayı bizi HDP’yle aynı kareye sokmuş, ismimim başına da molotof ve bonzai çirkin sıfatlarını iliştirmiştir.
Sayın Başbakan kendini fazla zorlama, fazla yorulma; kimin HDP’nin kuyruğu, kimin HDP’nin uyruğu, kimin PKK’nın uşağı olduğunu aziz milletimiz gayet iyi bilmektedir.
Bizim HDP ile yan yana gelmemiz kıyamette bile olmayacak bir şeydir. Ama siz ve saraydaki hamisiniz PKK kovanına gireli, HDP’nin çanağından tıka basa yiyeli çok seneler olmuştur.
Sayın Davutoğlu senin sağ gözün İmralı canisi ise sol gözün 17-25 Erdoğan’dır.
Molotof ve bonzai iftirasına gelince; sen bu sözleri ya haplandın da kullandın, ya da tehditle söyledin. Sayın Davutoğlu çamur da olsan sen nazik birisin, tavsiyem böyle şeyleri ağzına almaman, bizimle söz düellosuna girmemendir.
İç Güvenlik Paketi’ne haklı olarak karşı olmak şahsımı molotof yapıyorsa, PKK’yla pazarlıklar, teröre diz çökmeler acaba seni ne yapacaktır?
Biz Anzavur Ahmet’i gördük, ama senin gibi serok Ahmet’i, İmralı’ya mahalle bekçisi durmuş Ahmet’i, saraya vitrin süsü olmuş Ahmet’i ilk kez görüyor, ilk kez şahit oluyoruz.
Sayın Davutoğlu, var git işine, bize ilişme; sen saray etrafında dönmeyi dene. Bizimle aşık atamazsın, kalite ve kalibrenle bil ki tozumuza bile yetişemezsin.
Bu düşüncelerle sözlerime son verirken, muhterem heyetinizi bir kez daha sevgi ve saygılarımla selamlıyor, hepinizi Cenab-ı Allah’a emanet ediyor, başarılı bir hafta geçirmenizi diliyorum.
Sağ olun var olun.
Bir yanıt bırakın