Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
Tunceli’de yapmış oldukları konuşma.
28 Kasım 2014
Aziz Vatandaşlarım,
Değerli Tuncelili Kardeşlerim,
Sayın Basın Mensupları,
Hepinizi en içten, en samimi duygularımla selamlıyor, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Bugün buraya kardeşlik hissiyatını pekiştirmek için geldim.
Bugün buraya bin yıllık kaderdaşlığı, bin yıllık kucaklaşmayı perçinlemek için geldim.
Bugün buraya Tuncelili kardeşlerimle hasret gidermeye, muhabbet ve dostluk bağlarını güçlendirmeye geldim.
Aramıza örülen nifak duvarlarını yıkmak için Tunceli’deyim.
Kurulan tuzakları bozmak, kapatılmak istenen gönül yollarını açmak için Tunceli’deyim.
Tunç yürekli kardeşlerimle buluşmamamızı çekemeyenler dedikodu yaptılar.
Tunceli’ye gelmemizi sanki yabancı ve hasım bir ülkeyi ziyaret ediyormuşuz gibi sabote etmeye ve engellemeye kalkıştılar.
İcazet ve vesayet altında Başbakanlık yapan Davutoğlu, geçtiğimiz Salı günü şahsıma meydan okumuştu.
Cesaretimi sınamış, yürekli olup olmadığımı sorgulamıştı.
Başbakan öylesine çıldırmıştı ki, “buyurun, gidin bu söylediklerinizi Tunceli’de söyleyin cesaretiniz ve yüreğiniz varsa”diyerek denge ve kontrolünü bütünüyle kaybetmişti.
İşte Tunceli’deyim, işte Türk milletinin güzide evlatlarıyla bir aradayım.
Devlet devletiyle, devlet milletiyle Tunceli’dedir.
Bizim vatan topraklarında gidemeyeceğimiz bir yer yoktur.
Türkiye’nin her karışında anımız, hatıramız, iddiamız vardır.
Çünkü biz Türkiye’yiz, çünkü hepimiz büyük Türk milletinin onurlu evlatlarıyız.
Biz Türkiye’nin her yerinde birlik ve beraberlik mesajı veriyoruz.
Biz Türk vatanının her yöresinde şeref ve namus mücadelesiyle ülkülerimizi anlatıyor, yolumuza devam ediyoruz.
Sayın Davutoğlu bilmiyorsa, öğrenmediyse, öğrenemediyse buradan kendisine hatırlatıyorum:
Milliyetçi Hareket Partisi’nde mangal gibi yürek, demir dağları eritecek devasa bir cesaret vardır.
Biz ne insanımızdan cayarız, ne vatanımızdan vazgeçeriz.
Biz ne devletimize yüz çevirir, ne milletimizden koparız.
Biz ne hıyanetten korkar, ne de haram yiyenlerden çekiniriz.
Bunlar bizim için hayatımızın, varlığımızın ve davamızın anlam ve değer yüklü ana ilkeleridir.
Efendilerinin koltuğuna sığınmış sığ ve sorumsuz zihniyetlerin bizimle aşık atması, bizimle iddialaşması mümkün değildir.
Yufka yüreklilerle çetin yolların aşılmayacağını iyi biliriz.
İstismarcı, bozguncu, bölücü, yıkıcı niyet ve amaçlarla bir gelecek olmayacağını bir an olsun aklımızdan çıkarmayız.
Geçmişte yaşananları bugüne getirip özür lobisi kurmanın huzur, beka ve iç barışımıza katkı sağlayamayacağını da asla unutmayız.
Bu vesileyle tarihten husumet çıkarmak için el ovuşturanlara açık açık sesleniyorum:
Türk milleti, hükmü şahsiyetine, devlet olmaktan kaynaklanan hak ve yetkilerine el ve dil uzatan kanlı emellere geçmişin her veçhesinde haddini bildirmiştir.
Bu dün olmuştur, bugün olmalıdır, gelecekte de olacaktır.
Dünyanın neresinde olursa olsun, halkının güvenini ve desteğini almış meşru bir devlet, kendisine yönelmiş tehlikeleri önlemek ve bertaraf etmekle mükelleftir.
Mahşeri vicdan bunu şart koşmaktadır.
Hukuk bunu emretmektedir.
Var olmak ve ebediyete ulaşabilmek iç ve dış mihraklara karşı uyanık durmalıyız.
Herkes bilmelidir ki, devleti yıkmaya çalışan hiçbir gayri meşru girişime, küsmemizi, darılmamızı, parçalanmamızı projelendiren hiçbir ahlaksız sürece müsaade ve müsamaha gösterilemez.
Milleti bölmeye çalışan hiçbir kötü ve habis çevreye izin verilemez.
Çeteler, terör örgütleri, ayrılıkçı eğilimler, çıkar ve menfaat ağlarıyla örülmüş feodal kalıntılar devletin sürekliliğine ve milletin bütünlüğüne hazımsızlık çekiyorsa, bu karşılıksız ve cevapsız bırakılmayacaktır.
Bu itibarla 1937-1938’de Tunceli’de baş gösteren hadiseler bir isyandır, bu isyana karışanlar da devrin bölücü teröristleridir.
Ve hiçbir teröristin dini, milliyeti, mezhebi, kimliği, etnik kökeni önemli olmayacak, önemli sayılamayacaktır.
Zira elinde silahla dağda, bayırda, ovada gezen; topraklarımızdan pay kapmak isteyen, masum vatandaşlarımıza ve güvenlik güçlerine kast eden hiçbir bedbaht mazlum görülemeyecektir.
Hele ki, bunların özürler dilenerek, hürmet ve hayranlıkla yad ettiğimiz Evlad-ı Kerbela’dan addedilmesi zillet olduğu kadar da hakarettir.
Muhterem Tuncelililer,
Biz buraya, sizlerle gönül diliyle konuşmak için koştuk.
Ve buraya, Tuncelilerle aramıza demir perde çekmek için provokasyon ve tezvirat üretenleri hayal kırıklığına uğratmak için geldik.
Şimdi ben Tunceli’de olduğuma göre, devlet devletinin her yerinde ve milletinin her değerinde sapasağlam durduğuna göre, Başbakan ne yapacaktır?
Mahcup olmuş, mağlup düşmüş, Tunceli’nin hassasiyetleriyle oynayarak siyasal rant devşirme hevesinde olan bu şahsiyet bundan sonra nasıl Başbakanlık yapacaktır?
İsyankârlardan özür dilemenin erdem olduğunu zırvalayan Davutoğlu, gerçekten de erdemli davranıp istifa ederek kalan haysiyet ve itibarını kurtarabilecek midir?
Devletin diz çökeceğini söyleyen Başbakan’a diyorum ki, devlet diz çökmez.
Devletin el-etek öpeceğini ileri süren Başbakan’a diyorum ki, devlet el de, etek de öpmez.
Devlet diz çökerse millet ricat edecektir.
Devlet zaafa düşer ve zayıflarsa milletin bozgun yaşaması kaçınılmaz olacaktır.
Siz bakmayın bugüne, tarihteki hiçbir Türk devleti, hamd olsun, ne zalimin karşısında diz çökmüş, ne de hainin karşısında iki büklüm olmuştur.
Bu, Türk milletinin şan ve şerefinin bir mükâfatıdır.
Diz çökseydik, el öpseydik, taviz verseydik; son yurdumuzda bağımsızlığımızdan bahsedemeyeceğimiz gibi, Tunceli diye bir ilimiz de olamazdı.
Bugün buradaysak, vehimlere teslim olmayan, vesvelere kanmayan, tehditlere kulak asmayan asil bir mücadelenin sonucu ve sayesindedir.
Bunun kıymetini bilelim, bunun fazilet ve mehabetini hep birlikte idrak edelim.
Etnik aidiyeti, mezhebi ve yöresi ne olursa olsun Türk milletine ruh ve mana katan aziz ecdadımız bizlere gözümüz gibi bakacağımız bir vatan, üzerinde titrememiz gerek bir kardeşlik mirası bırakmıştır.
Bu kutlu vatan hepimizindir.
Türkiye 77 milyon Türk vatandaşının kutsal hazinesidir.
Nitekim herkes eşittir Türkiye’dir.
Büyük Türk milleti hepimizin iftiharı, hepimizin duası ve gururudur.
Acılarımız ortak, sevinçlerimiz ortak, dünümüz bir, geleceğimiz birliktedir.
Tunceli 81 vilayetimizden birisidir.
Elazığ neyse Tunceli odur.
Hakkâri neyse Ankara aynısıdır.
Bu topraklar Türk vatanının ayrılmayacak, kopmayacak birer parçasıdır.
O halde; kardeşçe yaşamak varken, el ele, gönül gönüle Allah’ın nimetlerinden nasiplenmek dururken; içimizi karıştırmaya çalışanlara niçin göz yumalım?
Oyunlara neden aldanalım?
AKP-PKK ittifakıyla sürdürülen ihanet müzakerelerini nasıl ve hangi vicdan körlüğüyle görmezden gelelim?
Eğer yanlışa suskun kalırsak; 16. Yüzyılda Türkçe yazan, Türkçe söyleyen rahmet ve şükranla andığımız Pir Sultan Abdal’a yarın mahşerde ne diyeceğiz?
İnsan sevgisiyle yanıp kavrulmuş, riyayı reddetmiş, kötü davranışı, kötü zannı yanından ve yöresinden kovmuş Pir Sultan Abdal’ın torunlarına insan canına kıyanlarla en ufak bir temas yakışır mı?
Unutmayınız ki, yavrusunu kaybetmiş bir koyunun dahi feryadını ciğerinde duymuş Pir Sultan Abdal hepimizin kutup yıldızıdır.
“Deniz çaldım asa ile, göğe ağdım İsa ile, Tur Dağı’nda Musa ile münacatta dura geldim” mesajındaki muhteşem feraset, enginlik, geniş görüşlülük ve kucaklayıcı tavır Pir Sultan’dan bizlere öğüt kalmıştır.
Kucağında aslanla ceylanı buluşturmuş Hacı Bektaş-ı Veli hepimizin özlemle andığı manevi büyüğümüzdür.
Kerbela’da şehit olmuş Hz. Hüseyin ve Ehl-i Beyt’in elleri öpülesi büyükleri hepimizin içindeki yas ve acıdır.
Her seher yeliyle maneviyatımızın hisarlarında esen Allah’ın aslanı Hz. Ali bizimdir, insanlığa istikamet vermiş 12 İmam her şeyimizdir.
Allah’ımız bir, Peygamberimiz bir, kıblemiz bir, dinimiz bir, dilimiz bir, milletimiz bir, geleceğimiz bir ve aynıdır.
“Söyleşelim halden hale, dilleşelim dilden dile, biz gezeriz elden ele, taze açılmış gülüz biz” diyen Pir Sultan Abdal’ın uzlaşmaya, birliğe ve dirliğe davetine icabet ettik, buraya, sizlere geldik.
Başbakan’ın korku ve istismar kampanyasını yarıp muhabbet deryasından kana kana içmek için sizlerin konuğu olduk.
Bin çiçekten bir kovana bal işleten Rabbim’e şükürler olsun.
Kardeşliğimiz dünya durdukça yaşasın.
Kolumuza perde takarak bin derde uğratmak için fırsat kollayanlara hepimiz göğsümüzü gerelim.
Türkiye’yi yaşatalım, Türk milletini payidar kılalım.
Sözümüz Horasan erenlerinin gerçek sözüdür.
Sözümüz Pir-i Türkistan Hz. Yesevi’nin manevi sözleşmesidir.
Bu düşüncelerle konuşmamı bitirirken Tunceli’de yaşayan her kardeşimi bir kez daha sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.
Cenab-ı Allah yar ve yardımcımız olsun.
Sağ olun, var olun.
Ne Mutlu Türküm Diyene.
Bir yanıt bırakın