TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunda 21.11.2015 tarihinde Dışişleri ve Avrupa Birliği Bakanlığı’nın 2015 yılı bütçesi üzerindeki görüşmeler sırasında söz alan MHP Antalya Milletvekili Doç. Dr. Mehmet GÜNAL, AKP hükümetlerinin dış politikada teslimiyetçi bir anlayış benimsediğini ve “sıfır sorun” derken “sırf sorun” noktasına gelindiğini belirterek “BOP Eşbaşkanlığı Erdoğan’dan Davutoğlu’na mı geçti?” diye sordu. Suriye meselesinde de bir çıkmaza girildiğini ifade eden Günal, bu yanlış politikalar sonucu PKK ve uzantısı PYD’nin meşrulaştırıldığını ve yardımların muhalefete değil terör örgütlerine gittiğini söyledi. Suriye ve Irak’ta Türkmenlerin öksüz bırakıldığını söyleyen Günal, AKP Hükümetinin yönünü biraz da Türk devletlerine çevirmesi ve EİT üyesi ülkelerle tercihli ticaret anlaşması yapması gerektiğini vurguladı. Kıbrıs sorununa da değinen Günal, “Kıbrıs Türk’ün namus meselesidir” diyerek, görüşmelerde taviz verilmemesi ve TPAO’nun da sondaj faaliyetlerine devam etmesi gerektiğini belirtti. Günal ayrıca AB’ye üyelik sürecinin sürüncemede kaldığını ve eğer tam üyelik olmayacaksa ve ABD ile AB arasındaki TTIP anlaşmasının dışında bırakılacaksak, Gümrük Birliğinden çıkmayı düşünmek gerektiğini söyledi.
Günal’ın konuşmasının özeti şöyle:
BOP Eşbaşkanlığı Erdoğan’dan Davutoğlu’na Geçti mi?
Eskiden sayın Davutoğlu’na atfedilen bir kavram vardı “Stratejik derinlik” diye, sonra bu “değerli yalnızlık” oldu, iyice kafam karıştı. Zaten “sıfır sorun”dan komşularla “sırf sorun” haline geldik, şimdi gerçekten de ülke olarak yalnız kaldık.
Bize de biraz diplomasi öğretin “bu stratejik derinlik ne oldu? Ne kadar derindeyiz? Derinden çıkamadık mı, dibinde mi kaldık? Bir de BOP vardı bir ara eş başkanıyız diye hava attığınız. Şimdi Orta Doğu’da yaşanan sıkıntıların yüzde 80’i BOP yüzünden. BOP Eşbaşkanlığı babadan oğula geçer gibi Tayyip Erdoğan’dan Ahmet Davutoğlu’na geçti mi? O proje ne oldu devam ediyor musunuz? Orta Doğu’daki olayların bununla alakası var mı? Bir de sayın Mevlüt Çavuşoğlu “Suriye’de mezhepsel çatışma var, bundan dolayı oluyor.” dedi. “Mezhep” derken kastettiğiniz nedir, kimdir? Mezhebe göre biri kötü, bir iyi mi diyeceğiz? Yani diğeri Şii, bu Sünni, bir taraftan El Kaide’nin temsilcisi, bir tafta IŞİD var, bir tarafta ÖSO var. Herşey birbirine karışmış! Hakikaten, burada baktım başka bir şey daha var Sayın Bakanım Irak’taki Türkmenlerin çoğu Sünni değil, şimdi o zaman onları hangi kategoriye koyacağız? Suriye’dekilere kızıyoruz da İran’da var, onlar da farklı bir mezhepten geliyor. Dolayısıyla neye göre bakacağız, dine göre mi, mezhebe göre mi, soya sopa göre mi, akrabalığa göre mi?
Teröristbaşı ile Müzakere PKK’yı, Eğit-Donat PYD’yi Meşrulaştırıyor!
IŞİD’le ilgili bir şey görmedim bakanlığın dokümanlarında. IŞİD nedir? Sünni bir terör örgütü mü? Bu DAEŞ nedir yeni bir örgüt mü çıktı? Yoksa daha sevimli yada daha kötü yeni bir örgüt mü tanımlıyorsunuz? Hani bir zamanlar “kardeşim Esat” vardı devir değişti “Eset” oldu. Böyle bir değişim mi var? “Suriye muhalefetine destek verelim.” diyorsunuz. Kim muhalefet? Sadece ÖSO mu? El Nusra ne oldu, ötekiler ne oldu? PKK ile PYD farklı mı? PKK kötü PYD cici mi? Eğit-donatı kime yapıyorsunuz, daha doğrusu yapıyorlar? Siz “Destek olacağız.” dediniz. Nerede yapılıyor, nasıl bir şey? PKK, terör örgütü mü, değil mi? Öyleyse PYD kim, PYD’ye mi veriyoruz? Eğit-donat süreciyle beraber PYD aracılığıyla bu terör örgütünü meşrulaştırmış olmuyor musunuz? İsimler değiştikçe, “Allah Allah bir bakış açısı değişikliği mi var?” diye sormadan edemiyorum. Bir ILIS vardı, “ISIS” dediler, bilmem ne dediler, “Islamic State” dediler, önce adında bir Levant vardı, kim kurdu, nasıl oldu? Şimdi de Cumhurbaşkanı Erdoğan da “DAEŞ” dedi de onlar kim? Sanki “Haşhaşi” der gibi, böyle “ş”li olsun diye mi yaptınız? Bir gün dost olduğunuz, ertesi gün düşman olunca ismi değişiveriyor bir anda. Birileri “paralel” oldu, “Haşhaşi” oldu, öbürleri Esed oldu.
Daha geçen hafta Efkan Ala’ya “Sen ‘Kürdistan’dan girdik, Kürdistan’dan geçtik, Kürdistan’a gidiyoruz.’ diyenlere katılıyor musun?” diye sordum. Şimdi de “Orada hangi unsurlara yardım gitti?” diye soruyorum. Oradaki PYD bir taraftan PKK’nın bir kolu olarak Suriye içerisinde faaliyet gösteriyorsa o zaman biri kötü, öbürü nasıl iyi oluyor?
Sunumunuzda “Terörle uluslararası mücadele” diye ilginç bir başlık var. Diyorsunuz ki: “PKK terör örgütünün tüm faaliyetlerinin sona erdirilmesi, terörizmle mücadele çabalarımızın öncelikli hedefidir.” Yani ya iç politikadan haberiniz yok veya Hükûmetin ve MİT’in yaptığı müzakerelerden haberiniz yok, yahut da Sayın Cumhurbaşkanının, Başbakanın Başbakan Yardımcısının ikide bir görüşüp, teröristbaşına sekretarya talebinden bilmem neye varıncaya kadar pazarlık yaptığını görmezden geliyorsunuz. Şimdi müzakere başka bir şey, mücadele başka bir şey. Keşke siz mücadele etseniz de biz de sonuna kadar destek olsak… Yani metne itirazım yok, yapılmamasına itirazım var. Burada maalesef diplomatik metin gibi kalmış: “PKK’nın güney komşularımızın ülkemize mücavir bölgelerinde zemin kazanmaması için çalışmalarımız yoğun biçimde devam ediyor.” Peki, uzantısı PYD’ye hem destek verip hem bir taraftan uluslararası koalisyon bilmem ne diye PYD’yi eğitmeye biz destek olursak o sözlerin ne anlamı kalır? Giden kim, kime destek veriyoruz, onu soruyorum. Suriye’nin batısında ÖSO’nun dışında kime destek veriyorsunuz? Bir söyleyin de bilelim. Bize göre, PYD orada hâkim durumda, IŞİD’e karşı mücadele eden de onlar. Neydi o? DAEŞ miydi? sizin literatürü kullanalım(!) Maalesef burada bir meşrulaştırma olurken resmî evrakta da “PKK” diye geçiyor, keşke uygulasanız sonuna kadar arkanızdayız. Siz müzakere yerine mücadele edin, biz sizi takdir edelim Sayın Bakanım, doğru olanlarda takdir ederiz.
Türkmenler Öksüz Bırakıldı, Peşmerge ve PYD’ye Destek Sağlandı!
Dolayısıyla Irak’la ilgili şeyler söylendi, Başbakan da “peşmerge” derken geçen güngitti Bölgesel Yönetimle görüşmeler yaptı, arkasından da eğit-donat işlerinin ayrıntısı geldi. “Niye alelacele gidiliyor?” diye merakımızda geçmiş oldu. Arkasından da Joe Biden gelince bir şeyler oldu. Orada Türkmenlerle ilgili bir görüşme oldu mu? Yine basına fazla yansımayan taraflar var. Arada bir yerde bir cümle geçiyor; Zaho’da Berseve Kampı’ndakilerin bir kısmı Türkmenler diye. En başta diğer gruplardan söz ediyorsunuz, Sünni Araplar ile Kürtlerin çok fazla mağdur olduğunu. Türkmenler ise sonuna doğru geliyor ve sadece bir cümle: “Kampta Türkmenlere yardım edildi.” diye. Onların oradaki durumu ne oldu? Birçok mağduriyet yaşandı, kayıtlarla ilgili, topraklarıyla ilgili, evleriyle barklarıyla, dükkânlarıyla ilgili yani sadece Kızılay’dan insani yardım gönderip kampta… Onu herkese yapıyoruz, gelen bütün vatandaşa, dünyanın her yerinden kim gelirse hem gönderiyoruz hem kabul ediyoruz. O yönde bir sorun yok ama özel bir şey yapıldı mı? Bunların durumu ne olacak orada, onu merak ediyoruz.
Kıbrıs Türk’ün Namus Meselesidir! Sorunu Haklarımızı Koruyarak Çözelim!
Diğer taraftan Kıbrıs’ta neler oluyor? Bakanlık sunumunda bütün süreci açık bir şekilde anlatmışlar. Diyor ki: “İyi niyet misyonu çerçevesinde, yerleşik BM parametreleri olan siyasi eşitlik ve iki kesimlilik temelinde, eşit statüde iki kurucu devleti haiz yeni bir ortaklık kurulması ve bu ortaklığın Türkiye’nin etkin ve fiilî garantisini içeren garanti ve ittifak anlaşmalarının teminatı altında kalmaya devam etmesi çözüm…” Yani, Dışişleri Bakanlığı’nın Kıbrıs ile ilgili temel yaklaşımı bu. Ama öbür tarafa geçiyoruz, görüşmelerde sürekli tavizler veriliyor, görüşmeler uzatılıyor. Perde arkasında ne oluyor? Bir bakıyoruz, bizim araştırma gemisi bir gidiyor, bir gün araştırma yapıyor, ortalık sakinleşiyor, onlar devam ediyor. Arkadaşlar diyor ki: “Yeniden sismik araştırmaya başladık.” Yani sismik araştırmadan da sonra ne olacak? Yani adamlar tekrar işin sondaj kısmına geçiyor. Burada nasıl bir şey olacak? TPAO 21 Ekimde sismik araştırmaya yeniden başlamış, ama göstermelik sismik araştırmada kalmasın, biz de kendi kıta sahanlığımızda olan yerde araştırmalarımızı sonuçlandıralım. TPAO da gitsin orada çıkarma faaliyetlerine başlasın, sadece gözdağı verir gibi olmasın. Kıbrıs, bizim namus meselemiz. Onun için mademki bu temel kabulü koyduk, o konuda da kararlı bir şekilde üzerine gidelim ki daha önce yaptığımız hataları tekrarlamayalım.
AKP Yönünü Orta Asya’ya Çevirsin! EİT Ülkeleriyle Tercihli Ticaret Anlaşması Yapılsın!
Orta Asya’yla ilgili de Türkmenistan’la doğalgaz çerçeve anlaşması imzalandı diyorsunuz, ama bunun bir an önce eyleme geçmesi lazım. Yani “Teknik görüşmeler başladı.” diyorsunuz, ama şu anda Hükûmetin açıkladığı “göstermelik dönüşüm programının”, eylem planının en önemli maddelerinden birisi, dışa bağımlılığı azaltmak; ekonomideki cari açık ve enerjide dışa bağımlılık bu konuyla ilgili. Onun için bu konunun çok önemli olduğunu, üzerinde ısrarla durulması gerektiğini, Türkmen gazını Rusya’dan değil, doğrudan bizim almamız gerektiğini söylüyorum. Çünkü doğal gazda kaynak çeşitliliği, o anlamda enerji arz güvenliği açısından ve bağımlılığımız açısından önemli.
Özbekistan’la ilişkilerde de yeniden bir yumuşama dönemine girildiğini söylemişsiniz, ziyaretler var ama bunun da normalleştirilmesi ve daha somut hâle getirilmesi gerektiğini not etmiş olalım.
Ekonomik İşbirliği Teşkilatıyla ilgili orada da özellikle tercihli ticaret anlaşmasının, Transatlantik Anlaşması’nın da olduğu bir dönemde, gümrük birliğinden zarar ettiğimiz bir dönemde, on iki yıl öncesinde DPT Müsteşar Yardımcısıyken yanınızdaki bürokrat arkadaşlarla beraber ta o zamandan beri canlansın diye uğraştığımız, ama bir türlü canlanmayan Ekonomik İş Birliği Teşkilatının hem Türk cumhuriyetleriyle olan ilişki açısından hem de bugün de ortamda daha çok ekonomik ilişkileri geliştirme açısından önemli olduğunu düşünüyorum. Özellikle bu tercihli ticaret anlaşmasına biraz ağırlık verebilirsek, bütün Türk devletleri ve komşu ülkeler bu örgütün üyesi, kurumsal olarak burayı etkin çalıştırmamız lazım, iyi bir platform.
AB’ye Almazlarsa Gümrük Birliğinden Çıkacak mıyız? TTIP Ne Olacak?
Birkaç tane de AB’yle ilgili söyleyeceklerim var. Hakikaten demin Sayın Bakana “yeni Türkiye’nin yeni Bakanı” dedim, konuşmanın bölüm başlığı “Türkiye’nin yeni Avrupa Birliği stratejisi” diye başlıyor. Yani, “enkaz mı devraldınız?” diye ondan espri yaptım. Tekrar devam ediyor, siyasi kriterler anlamında yani ondan sonra ilerleme raporuyla ilgili hızlıca hamle başlattığını söylüyor Volkan Bey, raporda da birtakım şeylerin değiştiğini ifade ediyor… Bir an şaşırdım, şimdi bakıyorum “Bu çerçevede 2014 yılı İlerleme Raporu’nun geçmiş yıllara göre daha teknik bir dil kullanılarak…” diyor. Yani, şimdi Sayın Bozkır olmasaydı, Sayın Çavuşoğlu bakan olsaydı teknik dil olmayacak mıydı, siyasi mi olacaktı? Onu anlamadım. Bunu niye söyledim? Tabii, yeni bir söylemle yeni heyecanla başlamak güzel de maalesef Hükûmetinizin AB heyecanı da kalmadı. Aslında haklısınız, çünkü karşı tarafta bir heyecan olmayınca ilişkiler zaman içerisinde tavsıyor. Geçmiş yıllarda Sayın Bağış’a AB ile ilişkilerimizi özetleyen bir tanım söylemiştim. Elli yıllık bir nişanlılık olmaz Değerli Bakanlar. 1963’ten beri elli bir yıl oldu. Yani, “bu uzatmalı nişanlılık” diyorum, arkadaşlar gülüyor ama “Kız tarafı biziz.” diyorum. Ya adamın işine öyle geliyor, tam üyelik değil stratejik ortaklık öneriyor. Yani, biz MHP olarak onurlu üyelik dedik, toplumsal talebe destek çıktık. Ama bu işin onuru kalmadı artık. Niye? Ben diyorum ki bu garip bir şeye döndü elli yıldır: “Never ending but no wedding love!” Yani biz bekliyoruz, onlar hâlâ oyalıyor: “evleneceğim, yarın nikâh yapacağım, öbür gün babandan isteyeceğim..” diyor. Ya kız bekleye bekleye evde kaldı, yaşı geçti, 50 oldu(!). Yeni bir heyecanla başladınız, kararlılığımızı söyleyin ama bu iş olacaksa yapalım, daha fazla da el âleme rezil olmayalım.
Şimdi, bir de TTIP geliyor, orada eğer adamlar zaten Amerika’yla da yaparsa bizim gümrük birliğinin de bir anlamı kalmayacak. Ara sıra sayın Davutoğlu söylüyordu “Gümrük Birliğinden çıkarız.” falan diye. Hâlâ oyalıyorlar yani AB ile nişan yüzüğünü atacak mıyız, atmayacak mıyız yoksa bekleyecek miyiz? “Ayıp olmasın, el âlem ne der, yüzüğü atmayalım.” diye bekleyecek miyiz? Yani, dediğim gibi TTIP’te de eğer dışlanırsak üçüncü ülkeler açısından, bir sürü dezavantajımız var. Olacaksa hep beraber biz de destek olalım, ama olmuyorsa da onurlu bir şekilde bırakalım. Aksi takdirde, sadece AB’nin adını söyleriz, bakanlığı olur, başka bir şey yapamayız.
Bir yanıt bırakın