2002 yılında 3Y “Yoksulluk, yolsuzluk ve yasaklarla mücadele” vaadiyle milletten yetki talep eden AKP, Türk siyasi tarihinde eşine ender rastlanan mahiyette bir güçle iktidar sorumluluğunu üstlenmiştir. Aradan geçen 12 yıla yakın bir sürede yasaklarla mücadele adına kendi yasaklarını koyan AKP hükümetlerinin, yoksulluk konusundaki icraatları halkı yoksullaştırarak kendi zenginini türetme şeklinde tezahür etmiştir.
Yolsuzluklarla ilgili ise bu dönemde ciddi mesafe kat edilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde eşine rastlanmayan bir yolsuzluk örneğine AKP hükümetleri döneminde şahit olunmuştur. Vatandaşımız 12 yıldır ne yazık ki her geçen gün bir önceki günü arar hale gelmiştir. AKP sayesinde, yolsuzluklarla anılan, yolsuzlukların adeta marka haline dönüştürüldüğü bir Türkiye’de yaşamaktayız.
62. Hükümetin programında ekonomi hedefleri anlatılırken, “Yeni Türkiye’nin Güçlü Ekonomisi” alt başlığı kullanılan bölümde, “Yolsuzlukla mücadelede güçlü bir irade gösterdik. Hiçbir yolsuzluğun üzerinin örtülmemesi, her türlü iddianın hassasiyetle incelenmesi, bu konulardaki yargı süreçlerinin sağlıklı olarak çalışabilmesi için yoğun bir gayret ortaya koyduk.” değerlendirmesi yapılmıştır. Bu değerlendirmenin hemen ardından ise 25 Aralık rüşvet ve yolsuzluk soruşturmasında takipsizlik kararı verilmiştir. Kukla Başbakan’ın bu gelişmeler yaşanırken 62. Hükümetin programında bahsi geçen ifadelere yer vermesi 62’den tavşan yapmak kadar ciddiyetsizdir. Hükümet milletin aklıyla alay mı etmektedir? Yoksa bahsi geçen bölüm hükümet programına bir latife olsun diye konmuş, bir ironi mi yapılmak istenmiştir?
62. hükümet programını okuyan Sayın Davutoğlu “ısmarlama bir Başbakan” olduğunu bilmelidir. “Ismarlama Başbakan”a ikazımız “Ayarıyla oynadığın kantar, gün gelir seni de tartar.” sözünü aklından çıkarmamasıdır.
Yargıtay Başkanının daha dün “Hâkim ve savcı olmak, bizim için en büyük onur ve şeref kaynağıdır. Hiçbir makama, unvana ve göreve tamah ve tenezzül etmeyiniz.” ikazının ardından verilen takipsizlik kararının moda tabirle “zamanlaması manidar”dır.
Şahsiyet sahibi yargı mensupları, kuşatma altına alınan ve savunmasız bir hale getirilmeye çalışılan Türk yargısının, bağımsızlığını ve onurunu korumayı amaçlamalıdır. Yasama, yürütme ve yargının görev ve sorumlulukları Anayasa’da açıkça belirtilmiştir. Yargının yasama ve yürütmeyi etki ve vesayet altına almaya çalışması ve görevine müdahalesi ne kadar yanlış ve kabul edilmezse, yasama ve yürütmenin de yargının yetkilerini alenen sorgulaması ve bu alana taşacak tutumlar içine girmesi de aynı derecede hatalı ve kabul edilemez bir durumdur. Adalet ve Kalkınma Partisi, ismiyle müsemma şekilde “dönemin Başbakan”ını kalkındırmıştır, ancak adaletin sadece ismi vardır. Türkiye’nin hak ve hukukunu sahiplenen, milli gurur ve iffeti olan kim varsa tedirgindir, infial halindedir ve endişelidir.
25 Aralık’a takipsizlik kararı verenler, bir taraftan doğru bir karara imza atarak davaya ilişkin tapelerin muhafaza edilmesine karar vermişlerdir. O tapelerin günü geldiğinde gerekeceğini akıl etmeleri kendileri adına doğru bir davranıştır. Yapılan her hukuksuzluğun, alınan her gayri hukuki kararın hesabı adil ve tarafsız mahkemeler tarafından günü geldiğinde mutlaka sorulacaktır. Bugünün hüküm sahipleri unutmamalıdır ki; “Mahkeme kadıya mülk değildir.”
Son olarak sahte kahramanlara gönül veren ve bugün mührü elinde bulunduranlara şu dörtlüğü gönderiyoruz.
“Millet parasından verdirme parsa;
Edirne’den Van’a, Muğla’dan Kars’a
Nerede sahte bir kahraman varsa
Bir resmine bir de şanına tükür.”
Bir yanıt bırakın