ENERJİ HAVZASINDAKİ KIBRIS’I GÖZDEN ÇIKARAN TÜRKİYE BARZANİ’NİN PETROLÜNE BEKÇİLİK YAPIYOR
AKP hükümetinin PKK’yı terör örgütü olmaktan çıkararak devletin muhatabı haline getirdiği bölünme yasası, yangından mal kaçırılır gibi geçirildiği Meclis’in ardından Cumhurbaşkanı Gül tarafından da jet hızıyla onaylandı. Hükümetin tasdikçisi konumundaki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün herhangi bir milli hassasiyet ve endişe duymadan bölünme yasasını onayladığı saatlerde, Irak’ı bölerek Kürt devleti kurmayı amaçlayan Barzani’nin Ankara’da olması büyük anlamlar taşımaktadır. Milliyetçi Hareket Partisi’nin muhalefetine rağmen çıkarılan PKK’ya özel yasa ile terörün siyasallaşmasına ve bölücü faaliyetlerin legalleşmesine müsaade edilmiştir. Terör yuvası Kandil’den yapılan açıklamalardan anlaşıldığı üzere örgüt hiçbir zaman silah bırakmayı düşünmediği halde, Türkiye Cumhuriyeti ile aynı masaya oturmasına müsaade edilerek bu millete karşı affı mümkün olmayan çok büyük suç işlenmiştir. Bölücülerle işbirliği yapıldığı takdirde başımıza gelecekleri anlatabilecek en iyi örnek olan Barzani ibret için Ankara’da dolaşırken, Türkiye’yi bölecek yasayı hazırlayan AKP, Meclis’te el kaldıran vekiller ve Çankaya’da onaylayan Gül’ü ne tarih ne de büyük Türk milleti affetmeyecektir.
Diğer taraftan bağımsızlık peşindeki Barzani’nin dünyaya açılabileceği tek kapı olan Türkiye’den petrol satarak devletini kurmasına yardım edilmekle kalınmamakta, petrol denizinin ortasındaki Kıbrıs’ın Rum’a yamanması için elbirliğiyle ne gerekiyorsa yapılmaktadır. Barzani’nin Türkiye ziyareti, hayalini kurduğu bağımsız Kürt devletine hami arayışını ifade etmektedir. Irak’ın bütününe ait olan petrol paralarının toplandığı Halkbank’tan Barzani’nin harçlığını eksik etmeyen AKP hükümeti, her vesileyle Kürt devletine onay vereceğinin işaretlerini vermektedir.
Küresel güçler bölgemizde haritaları değiştirmek için planlarını yürütürken, Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın açıkladığı üzere, Türkiye Irak petrollerinden varil başına bir dolar para kazanmak için Kürt devletine rıza göstermektedir. Oysa dünyanın en gözde enerji havzalarından birisine sahip olan Doğu Akdeniz ve Kıbrıs, Irak petrolünden çok daha büyük potansiyeliyle kendi milli ve münhasır ekonomik bölgemiz içerisinde bulunmaktadır. Tek sorun 12 yıllık AKP hükümetinin hala Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin Münhasır Ekonomik Bölgesini ilan etmemiş olmasıdır.
Kıbrıs Rum Kesimi ise 2003 yılından beri Lübnan, Mısır, İsrail gibi kıyısı olan ülkelerle ve dolayısıyla AB, Yunanistan, İngiltere ve ABD ile anlaşmalar yaparak Doğu Akdeniz’deki ekonomik bölgesini genişletmektedir. Birleşmiş Milletlerin 1982’deki Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne göre, kıyı devletinin kıyıdan başlayarak deniz yatağının altı ve içinde 200 mile kadar uzanan bölgede egemenlik hakkı vardır. Bu sözleşme üçüncü devletlerin hakkını saklı tutmaktadır. Yani bir müttefik ülke ile birlikte hareket edebildiği takdirde Türkiye istemediği sürece Doğu Akdeniz’de Rum, Yunanistan, İsrail ya da bir başka ülkenin petrol ve doğalgaz araması mümkün olmayacaktır.
2009 yılında Doğu Akdeniz’in Suriye, Lübnan ve İsrail’e yakın bölgesinde zengin petrol sahalarının keşfedilmesi, sadece bugün yeniden alevlenen Filistin sorununu değil Arap baharını da tetikleyen asıl sebeptir. Doğu Akdeniz’in statüsü, dolayısıyla zenginliklerinin paylaşılması sorunu belirsiz olmasına rağmen, başta İsrail ve ABD olmak üzere Yunanistan, Kıbrıs Rum Kesimi, Avrupa Birliği, İngiltere çoktan petrol ve doğalgaz çıkarmaya başlamıştır. Diğer taraftan Çin, Rusya ve İran bölgede kendilerine yakın Suriye ve Lübnan gibi devletler üzerinden Doğu Akdeniz’in zenginliklerinden pay kapmaya çalışmaktadır.
Doğu Akdeniz’de Yunanistan’ın dahi adı geçerken, en uzun kıyılara sahip olan Türkiye’nin ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin bölgenin zenginliklerinden hiçbir hak iddia edememesi kabul edilemez bir durumdur. Türkiye’nin Münhasır Ekonomik Bölgesini ilan etmesine destek verecek müttefikleri olan Suriye, Mısır ve İsrail’in AKP’nin gayrı milli dış politikaları sayesinde kaybedildiği bir gerçektir. Öyle ki bu üç ülkede Türkiye’nin büyükelçiliği dahi kapalı vaziyettedir.
Doğu Akdeniz’de zengin petrol ve doğalgaz yatakları Kıbrıs adasındaki egemenlik mücadelesini de körüklemektedir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne 2004 yılında dayatılan Annan Planı, Avrupa Birliği’nin Rumlar üzerinden Doğu Akdeniz enerji kaynaklarına hâkim olma girişiminden başka bir şey değildir. O dönemde KKTC’nin tasfiye edilmesine ve Adanın tamamının Rumlara bırakılmasına onay veren AKP hükümeti, 12 yıllık iktidarı boyunca Türkiye’nin Akdeniz’deki milli çıkarlarını gözetecek herhangi bir adımı atmaktan daima uzak durmuştur. Deniz Kuvvetlerimizin Balyoz-Ergenekon ve benzeri soruşturmalarla yıpratılarak Amiral atayamayacak duruma düşürülmesi ve donanmamızın denizaşırı görevlerle bölgeden uzaklaştırılması boşuna değildir. Doğu Akdeniz enerji bölgesi için yürütülen güç savaşında Türkiye ne yazık ki içeriden teslim alınmış ve oyun dışı bırakılmıştır.
Kıbrıs’ın Osmanlı Türklerinden bir oldubittiyle koparılmasının 100. yılında, yine bir oldubittiyle Adadaki Türk egemenliğine, yani Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne son verecek yeni adımlar atılmaktadır. ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden Amerikan Ortodoks Kilisesi Ruhban Meclisi’nde yaptığı açıklamada, en büyük hayal kırıklığının Türk ordusunun 40 yıldır Kıbrıs’ta olmasını göstermekle aslında kendi hedeflerini de ifşa etmiş olmaktadır. Türkleri adada işgalci gören bu ABD yetkilisi, ne tesadüftür ki Ermeni soykırımı yasa tasarısının en büyük destekçileri arasındadır. Anlaşılan yüzüncü yılda iki kutlama birden yapmak istemektedirler. Bir taraftan Kuzey Kıbrıs’taki Türk egemenliğini sonlandırmanın, diğer taraftan ise Ermeni soykırımını kabul ettirerek Türkiye’den tazminat ve toprak taleplerini devreye sokmanın hesapları yapılmaktadır. Bu kutlamaların baş davetlisinin Tayyip Erdoğan ve AKP yöneticileri olacağı ise bilinen bir gerçektir. Kıbrıs’ta Türkiye’yi suçlayan ABD Başkan Yardımcısı Biden’in umudunu Erdoğan’a bağladığı ve “Bu işi Erdoğan’la çözeriz” dediği sır değildir. Nitekim Rum Lider Nikos Anastasiades’ın, “Erdoğan güçlü bir liderdir. Yarın Cumhurbaşkanı seçilince istediklerimizi almamıza yardımcı olacak” demesi boşuna değildir.
1960 anlaşmasını ve 2004 Annan Planını dahi geride bırakan yeni anlaşma taslağı Kıbrıs’lı Türklerin başta Maraş olmak üzere karşılıksız toprak vermesini, kazanılmış haklarından vazgeçmesini, eşit egemen bir devlet olarak görülmemesini, Türkiye’nin garantörlüğünü kaybetmesini dayatmaktadır. Sonuçta AB’ye alma vaadiyle Kıbrıs Türkleri’ni egemenliklerinden vazgeçirmeye çalışanlar, bir azınlık olarak yer alınacak Avrupa Birliği’nin dağılması durumunda vatansız ve devletsiz kalınacağını bilmezler mi?
Türk kesimini Rumlara yamayarak eşit iki devlet ve kazanılmış statüden vazgeçirmeye dayalı teslimiyetçi politikaların alternatifi Milliyetçi Hareket Partisi’dir. 500 yıllık Türk toprağı Kıbrıs’a Türkler’in vizeyle girer hale gelmemesi, Türk nüfusunun kendi topraklarında azınlık haline düşmemesi, Doğu Akdeniz enerji kaynaklarından Kıbrıslı Türkler ve ülkemizin hak ettiği payı alması için derhal milli politikalar uygulanmaya başlanmalıdır.
Reza Zarrab’ın İran paralarıyla yaptığı 17-25 Aralık rüşvet rezaletleri henüz hafızalarda taze iken, şimdi de Irak petrol paralarıyla Halkbankası’na ve devletimize yeni bir skandal yaşatılmamalıdır. AKP hükümetinin Irak’ın petrol parasının ne kadarını Barzani’ye teslim ettiği derhal açıklanmalı ve Irak’ın toprak bütünlüğüne saygı göstererek Barzani’ye bu paranın ödenmesi durdurulmalıdır.
Bölünme yasasının uygulanması halinde nasıl bir ülke haline geleceğimizin hesabı iyi yapılmalı, komşumuz Irak ve Suriye’ye bakılarak ibret alınmalıdır. Irak’ta aşiret reisi iken devlet kurmaya heveslenen Barzani örneği ortada iken, resmi muhatap yapılarak terör örgütüne nasıl bir güç verildiği iyi anlaşılmalı ve bundan sonra nelerin yaşanacağı kimse için sürpriz olmamalıdır. Türkiye’yi parçalanmaya doğru götüren politikalar karşısında tek çözüm, bu ihanet sürecinin derhal durdurulmasıdır.
Bir yanıt bırakın