Genel Başkanımız Sayın Devlet BAHÇELİ: Halep oradaysa tarihin çağrısına kulağını veren Türk milliyetçileri ve Türk milleti buradadır

Cumhur İttifakı Millet Aklı

Suriye toprakları, Suriyelilerindir.

Bu ülkenin demokrasi sınırları içinde anayasal sisteme geçmesi şarttır.

Halep’in huzur ve sükûnet bulması da yegane dileğimizdir.

Şu gerçeği millet huzurunda haykırmak dava ve siyaset namusumuzun şaşmaz ve şüphe götürmez bir gereğidir:

Halep deyince yüreği titremeyen bir vatan evladına rastlayamazsınız.

Çünkü Halep iliklerine kadar Türk ve Müslüman’dır.

Bunu sadece biz söylemiyoruz; tarih söylüyor, coğrafya söylüyor, hakikat söylüyor, ecdad söylüyor, Halep kalesine çekilen Türk bayrağı söylüyor.

İstanbul’un Kapalı Çarşısı neyse Halep’in Kapalı Çarşısı odur.

Ankara Kocatepe Camiinden yükselen aminlerimizle Halep Ulu Camiinden yankılanan aminlerimiz aynıdır.

Halep oradaysa tarihin çağrısına kulağını veren Türk milliyetçileri ve Türk milleti buradadır.

Bizim niyazımız Suriye’nin huzur, istikrar ve barış ortamına bir an evvel vasıl olmasıdır.

Fakat parçalara ayrılmış Suriye fotoğrafında Halebi yüz üstü bırakmak,

Yaban ve yabancı ellere teslim etmek hayal mahsulü bir ihtimaldir.

Ve öyle bir an geldiğinde, tarih satır satır, sayfa sayfa yeniden tekerrür edecek, reklam arası son bulacak, fragman gösterimi bitecek, coğrafya yeni baştan aslına dönecektir.

Genel Başkanımız Sayın Devlet BAHÇELİ’nin, TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma

Değerli Milletvekilleri

Saygıdeğer Misafirler,

Basınımızın Değerli Temsilcileri,

Bu haftaki Meclis Grup Toplantımızın başında hepinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyor, başarılarla dolu bir hafta geçirmenizi temenni ediyorum.

Toplantımızı yurt içinden ve yurt dışından olmak üzere; televizyon ekranları, sosyal medya platformları, radyo kanalları aracılığıyla takip eden aziz vatandaşlarımızı,

Gönül ve kültür coğrafyalarımızda haysiyet, hürriyet ve varoluş mücadelesi veren muhterem kardeşlerimizi de en halisane duygularımla selamlıyor, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

Bildiğiniz gibi, yürütme tarafından, 2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi ile 2023 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanun Teklifinin Plan ve Bütçe Komisyon’una sunumu 22 Ekim 2024 tarihinde yapılmıştı.

O günden 29 Kasım 2024 tarihine kadar bakanlıkların, kamu kurum ve kuruluşlarının bütçeleri görülmüş, bu vesileyle komisyon etabı tamamlanmıştır.

9 Aralık 2024 tarihinden geçerli olmak üzere sırayı Genel Kurul safhası alacaktır.

Bu itibarla gelecek hafta ve müteakip haftalarda bütçe müzakerelerinin yapılması nedeniyle grup toplantılarımıza ara vererek, çalışmalarımızı kahir ekseriyetle Genel Kurul görüşmelerine teksif ve tevzi edeceğiz.

Bütçe sürecinde, Milliyetçi Hareket Partisi, Cumhur İttifakı’nın ahlaki ve siyasi ilkelerine muvafık hareket ederek sorumlu, yapıcı, müspet ve destekleyici pozisyonunu dikkatle koruyacaktır.

Milletvekili arkadaşlarımdan beklentim, Genel Kurul’da dil ve üslup olgunluğunun üzerine bina edilecek hazırlıklı ve donanımlı konuşmalarla fark yaratmaları, bariz olarak sivrilip öne çıkmalarıdır.

Sataşmalara prim vermeden politik tasavvur ve tekliflerimizi anlatmanızı,

Hamasete itibar etmeden ülkemizin gerçeklerini ve hedeflerini aktarmanızı,

Söz düellolarına davetiye çıkaran ucuz politikacıların tahriklerine aldırmadan bütçenin siyasi, ekonomik, mali ve hukuki muhtevasını açıklamanızı,

Hakkında söz aldığınız bakanlıkların, kamu kurum ve kuruluşlarının bütçelerini her yönüyle ve vizyoner bir bakışla anlamlandırıp parti politikalarımız çerçevesinde anlaşılmasına katkı sağlamanızı her birinizden rica ediyorum.

Türk ve Türkiye Yüzyılının ikinci bütçesi gelişmiş ve güçlü Türkiye’nin mali ve ekonomik belgesi, aziz milletimizin refah, huzur ve güvenlik beyannamesidir.

Bütçe yönetimini gelir ve harcama yanlarıyla birlikte ele aldığımızda, 2025 yılı bütçesinin Türkiye’nin ve Türk milletinin kutlu hedeflerini tahkim ve takviye edici bir misyon üstlendiği hemen göze çarpacaktır.

Bütçe süreci; hazırlık, onay, uygulama ve denetim aşamalarından mürekkep olduğuna göre; mezkur her aşamanın devletimizin ve milletimizin yüksek çıkarlarına uygun gerçekleşmesi, inanıyorum ki, kriz ayini yapan, çöküş havarisi olan, güneşli havayı fırtınaya yoran siyaset cambazlarının da başını öne eğecektir.

Türkiye ekonomisi 4 yıl boyunca kesintisiz 17 çeyrektir büyüme performansı göstermektedir.

Bu önemli bir başarıdır ve hak teslimi yapılmalıdır.

Milli gelirimizin bu yılsonunda 1 trilyon 330 milyar dolara ulaşmasıyla birlikte kişi başına düşen gelirin 15 bin 500 dolar sınırını geçmesi, bunun yanı sıra, bütçe açığının gelecek yılda yüzde 3,1’e gerilemesi, karamsarlık salgınıyla siyasi ahlak entübesi yaşayanları şaşkına çevirmek şöyle dursun, perişan edecektir.

Enflasyon kuşatması kırılırken, hayat pahalılığının şiddetli akını püskürtülmektedir.

2024 yılı Haziran ayı itibarıyla dezenflasyon süreci başlamıştır.

Türkiye ekonomisi sıkıntılı ve zorlu dönemleri geride bırakmıştır.

Ekonomik huzur ve güvenliğimizi tehdit eden dalgalanmalar zayıflamıştır.

2025 yılı bütçe parametrelerini, ikmal ve takip edilen ekonomi politikalarının içyüzünü okuma basiret ve becerisine sahip olan her insanımız ekonomik ufkumuzun açıldığını takdir edecektir.

Siyasi istikrara eklemlenecek, hatta perçinleyecek ekonomik iyileşme ve ilerleyiş tablosunu karalamak ve baltalamak amacıyla hazır kıta bekleyen yabanıl ve yozlaşmış zihniyetlerin boş durmadığı da bir başka gerçek olarak karşımızdadır.

Son günlerde 600 milyon dolara yakın sahte paranın piyasa sürüldüğüne dair iddialar bir maksada matuf olup külliyen yalan ve saptırmadır.

Bir anda tetiklenen panik ortamının ticaretin bel kemiği Kapalı Çarşı’ya kadar sirayet etmesi, döviz bürolarının alım-satım işlemlerini bıçak gibi kesmesi, bize göre Türkiye’ye yönelik bir operasyondur.

Sahte dolardaki ilk akışın Güneydoğu sınırımızdan kaynaklandığının ileri sürülmesi de son günlerdeki pozitif ülke gündemini gölgeleme sinsiliğinde ekonomik ayağın faal olduğunu düşündürmektedir.

Sahteliğin ve sahtekârlığın geçer akçe olduğu bugünkü dünyada, insanın bile sahtesi varken, dövizin sahtesine dudak bükmek elbette ikna edici bir durum değildir.

Her ayrıntıyı, kuytuda gizlenen her ihtimali araştırmak esas olmalıdır.

Ancak ortada fol yok yumurta yokken ekonomiyi provoke etmek, dipsiz bir kuyuya taş atan bozguncu taifenin peşine takılmak ülkemize yapılabilecek vahim bir kötülüktür.

Körüklenen kötülüğün berhava edilmesi hayat memat konusudur.

Bu kapsamda FETÖ’nün tertiplerine azami ölçüde uyanıklık göstererek vaziyet almak, dedikodu işletmesine dönüşen kirli odakları tefrik edip açığa çıkarmak devletin temel sorumluluğudur.

Türkiye’nin parlak imaj ve yükseliş iradesini kundaklamak için gündüz vakti köşe kapmaca oynayan, pusuya yatıp iftira namlusu dolduran müfteri ve müfsitlere hadlerini bildirmek en başta hukuk onurudur.

Nitekim İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı harekete geçmiş, sahte para basımı ve dağıtımı konularının araştırılması amacıyla resen soruşturma başlatmıştır.

Sahteliğe ve sahtekârlığa karşı mücadele amasız ve amansız şekilde sürmelidir.

Ülkemizin sahte parayla anılmasını planlayanların pirelenmiş hevesleri pis kursaklarında bırakılmalıdır.

FETÖ’cü alçakların, bölücü ve yıkıcı terör örgütü yandaşlarının sosyal ve ekonomik ahlakı zehirleme teşebbüslerini engellemekle birlikte, dolandırıcılığın ve kalpazanlığın azılı fail ve figüranlarını kıskıvrak yakalayarak hesap sormak herkese de ders ve ibret olacaktır.

Vatandaşlarımızı, ekonomik aktörleri soğukkanlılığa, sükûnete ve sakin olmaya davet ediyorum.

Telaşa lüzum olmadığını, bilakis Türkiye düşmanlarının bunu arzuladığını düşünüyorum.

Milliyetçi Hareket Partisi meseleyi her zaviyesiyle incelemektedir.

Oynanan oyunun, oluşturulmak istenen ablukanın farkındadır.

Kaldı ki sahte para iddiasının maksatlı şekilde dolaşıma sokulduğu görüşündedir, suçlular ve sorumlular ise tek tek yakayı ele verecekler, boş beleş süfli hayatlarının faturasını ödeyeceklerdir.

Milliyetçi Hareket Partisi gündeme hakim, gelişmelere havidir.

Milliyetçi Hareket Partisi Türk ve Türkiye Yüzyılını mali ve ekonomik bağımsızlığımız gayesinde sıçrama eşiği olarak değerlendirmektedir.

Her şeyden önce Türkiye diyorsak, vakit tamamdır, söz konusu vatandadır.

Her şeyden önce Türk Devri diyorsak, vakit tamamdır, söz konusu vatandadır.

Her şeyden önce Türk milleti diyorsak, vakit tamamdır, söz konusu vatandadır.

Her şeyden önce siyasi, mali ve ekonomik bağımsızlık diyorsak, vakit tamamdır, söz konusu vatandır.

Sen, ben yok, biz varız diyorsak, vakit tamamdır, söz konusu vatandır.

O’cu, şu’cu, bu’cu yok, hep birlikte kardeşiz diyorsak, o halde vakit tamamdır, söz konusu vatandır.

Vatan ne Türkiye’dir Türklere, ne Türkistan;

Vatan, büyük ve müebbet bir ülkedir: Turan.

2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi ile 2023 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanun Teklifinin;

Ülkemize, milletimize ve devletimize şimdiden hayırlı olmasını diliyor, bütçeyi sonuna kadar destekleyeceğimizi de bu vesileyle ifade ediyorum.

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Dünyada dertsiz başın sadece bostan korkuluğunda olacağını hatırlatan atasözü sanıyorum haksız değildir.

Gerçi onun bile derdi vardır, ya bir rüzgar ya da bir kargadır.

Kim bilir, belki de her dert, bir derman kapısıdır.

“Dertsiz başım, azıcık aşım” diyecek bir tıynet ise bizde yoktur.

Hiçbir sorun, buna sebep olan düşünce yapısıyla çözülemez.

İnsan doğasını gerçekçi bir kavrayış başkalarıyla ilişkide büyük değişimler yaşanmasını sağladığı gibi, müzmin sorunları çözecek ortak akıl ve uzlaşma iradesini güçlendirecektir.

Kimi hallerde, çözüyorum zannına kapıldığınız iç içe geçen bazı sorunların markajına, yerinde bir tabirle çekim alanına daha çok kapılmak mümkün, hatta kaçınılmaz olabilecektir.

Siyasetin gayesi çıkan veya çıkması muhtemel olan sorun alanlarına objektif kriterler mevziinden yaklaşıp milli ve müessir bir fikir sistemi ölçeğinde çözümler aramaktır.

Ne siyaset ne de hayat sonsuz ve sorunsuz olamaz.

Hayatın yakın ve yakıcı gerçekleri onlardan kaçarak yakalanamaz.

Merhum Necip Fazıl Kısakürek’in düşmanla ilgili manzum tarifi, aynısıyla tekdüze veya karmaşık sorunlara da teşmil edilebilecektir.

Bu çerçevede Merhum Kısakürek şöyle seslenmişti:

“Ey düşmanım, sen benim ifadem ve hızımsın,

Gündüz geceye muhtaç, sen bana lazımsın.”

Sorunlar bize lazımdır, sorunsuz hayat, solmuş ve sonlanmıştır.

Hakka hürmet, adalete riayet şüphesiz en büyük kuvvettir.

Fakat haksızlığı itiraf o nispette şerefli bir haslettir.

Hakka hürmet vecibesine bağlanmış, haksızlığa direnç şerefini ihraz etmiş olanlar sorunlarla başa çıkabilme fazilet ve ferasetini gösteren kemali şahsiyet nişaneleridir.

Bu durum tek tek insanlara şamil olabileceği gibi bir millet için de geçerlidir.

Birikmiş, bilenmiş ve zaman zaman bıçkın hale gelmiş sorunlardan ürkmek hayat ve siyaset mücadelemizi sekteye uğratacak atalet ve acziyet emaresidir.

Türk milleti yalnızca tarihin yükünü değil, hakim ve hükümran olduğu coğrafyaların kökü derinlere tutunan sorunlarını da cesaret ve feragatle üstlenmiş, devamlı surette kalıcı çözüm yolları aramanın arayış ve amacıyla varlığını ibra etmiştir.

II.Abdülhamid devrinde valilik, Şuray-ı Devlet azalığı ve üst düzey askeri görevler deruhte eden Nusret Paşa, hazırladığı ve bizzat Padişaha sunduğu 13 sayfalık bir layihasında bugünlere ışık tutan değerlendirme ve önerilerde bulunmuştur.

Devletin beka ve büyüklüğünün, siyasetin devamlılık ve düzen içerisinde olmasına bağlı olduğunu belirterek;

Siyaset yokluğunun hakikatin yok olmasına, hakikat yokluğunun adaletin ortadan kalkmasına, adalet yokluğunun ise halkı ve memleketi harap ve perişan edeceğine tereddütsüz biçimde temas etmiştir.

Yani devletin adı ve unvanı değişse de, Türk milletinin asırlarca takip ettiği siyaset usulü değişmemiştir.

Türk devlet aklı dediğimiz de aynısıyla budur.

Bu aklın düzü veya derini; altı veya üstü; önü veya arkası diye bir şey hiç olmamıştır.

Var diyenler iddialarını ispat edecek inandırıcı muhtevaya sahip değillerdir.

Osmanlı İmparatorluğu’nu Fetret çukurundan kurtaran, felaketlerden koruyan, hatta Milli Mücadele’nin ana dinamiği ve direği olan işte bu asırlara sari Türk devlet aklıdır.

Bu aklın taşıyıcı bedeni büyük Türk milletidir.

Tarihimizin muhtelif dönemlerinde yaşandığı üzere, geçici geri adımların, yenilgi gibi addedilen acıklı çekilişlerin, ileriye doğru dev adımlara kulvar ve kundak olduğunu çok iyi biliyoruz.

Hezimet gerilemek değil, vazgeçmektir.

Hüsran kaybetmek değil, inanç ve irade mahrumiyeti çekmektir.

Mustafa Kemal Paşa’yı İstanbul’dan Samsun’a taşıyan, kurtuluş mücadelesini başlatan bir kişinin, bir grubun, seçkin bir zevatın doğaçlama tercihi değil, Türk devlet aklının zamanlar üstü operasyonel yeteneğidir.

Bu yetenek kimi zaman toprak altında kalsa da, ihtiyaç olan anlarda tomurcuklanıp filiz filiz boy vermiş ve çiçek açmıştır.

 Ağyarını mani efradını cami şekilde ifade edersek, mesela Erzurum ve Sivas Kongrelerinin hamuru Plevne önlerinde mayalanmış, Çanakkale tabyalarında yoğrulmuştur.

Büyük Taarruz ruhu Malazgirt’te doğmuştur.

Bu nedenle Türk devleti kumdan temelleri atılan, siparişle inşa edilen, kağıttan çatısı örülen, kartondan kirişleri yapılan, onun bunun müsaadesiyle ayakta duran, yeni yetme ve derme çatma bir devlet değildir.

Tehlikeleri sezecek basiret, belaları def edecek dirayet, vatanın iffetini ve milletin istiklalini hem muhafaza hem de müdafaa edecek kudret ve vukufiyet nesilden nesle veraset yoluyla değil, Türk kültürü, Türk düşüncesi ve Türk aklının müktesebatıyla intikal etmiştir.

Yüzümüzü güneşe dönersek bütün gölgelerin arkamızda kaldığını görürüz.

Ne kadar geriye bakarsak o kadar uzağı avuçlarımızın içine alabiliriz.

Dönem dönem kaht-ı rical kıtlığı, yani devlet adamı sorunu nüksetmiş olsa da, bunun üstesinden Türk devlet aklının soylu vasfıyla gelinmiş; açıklar kapatılmış, eksiklikler tamamlanmış, yığınakta yapılan hataların bilahare mücadele hatlarını delik deşik etmesi engellenmiştir.

Milliyetçi Hareket Partisi, Türk milli ahlakının ve Türk devlet aklının milli iradeyle mücessem hale gelmiş, hamule-i irfanla hemhal olmuş 55 yıllık demokratik timsalidir.

Bu marifetimizle, bu mazimizle; Cumhur İttifakı’nın başarısına, Türkiye’nin dev misali ayağa kalkışına, bununla mündemiç yeni yüzyılın seferberlik azmine adanmış yüreğimizle omuz veriyor olmaktan iftihar ettiğimiz açıktır.

Bilhassa vurgulamak mecburiyetindeyim ki, iç ve dış gelişmeler karşısında sivrilen ve serpilen kuşkularımız asla kuruntu değildir.

Gözümüze çarpan tehlike sinyalleri yanlış anlamanın veya yanılgıya düşmenin pürüzlü neticesi değildir.

Ağzımızdan çıkan her sözün bir dayanağı vardır.

Çağrılarımızın mühim, müstacel ve mübrem arka planı bulunmaktadır.

Her şeyden önce Türkiye diyorsak, sisin ardında, dağın diğer yamacında mürettep halde bulunan hain ve zalim senaryoları görmek, okumak, ister çığ deyin, ister sel, üzerimize gelen tehlikeli akışın önünü kesmek bir ecdad yadigarı olan kümülatif ve kükreyen aklın gereğidir.

Bu akıl, asıl amacımızın ne olduğunu, ona nasıl ulaşacağımızı, çıkan engellerin hangi yollardan aşılacağını gösteren fikir ve fıtrat cevheridir.

İbn-i Haldun, her aklın, gücünün yetmediği ve idrak edemediği şeyleri inkar edeceğini söylese de, bizim aklımız her şeye yetmiş, zorlu dönemlerde hızır gibi yetişmiştir.

Bilmek yetmez, elbette uygulamak gerekir.

İstemek yetmez, elbette yapmak gerekir.

Milliyetçi Hareket Partisi ve Cumhur İttifakı, Türkiye’nin istikbal umutlarını boşa çıkarmama hususunda ilke, inanç ve irade birliği içindedir.

Evin içini güvenceye kavuşturamazsak, sadece cümle kapımızdan değil, bahçe duvarlarımızdan tehlikeli ve tehdit algısı yüksek sızmaların olması mukadderdir.

Buna karşılık “aman sende” diyecek halimiz olamaz.

“Bana dokunmuyorsa yılan, bin yıl yaşasın” ezberiyle avunamayız.

“Her koyun kendi bacağından asılır” diyecek kadar düşkün ve düşük olmaya hiç niyetimiz yoktur.

Konu Türkiye’yse, konu devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüyse vakit tamamdır, söz konusu vatandır.

Bugüne kadar gerek şahsım gerekse de Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından ısrarla yapılan uyarıların ne kadar isabetli olduğu son gelişmelerle iyice netleşmiştir.

22 Ekim 2024 tarihinden bu yana milletimizle paylaştığımız şeffaf, samimi ve temiz düşüncelere kulp takanlar, çamur atanlar, kara çalanlar, dış kanallardan saldırı komutu alanlar haricinde, sağduyulu ve vicdan sahibi her insanımız haklılığımızı zannederim tasvip ve teyit etmiş olsa gerektir.

Aklı kiralanmış olanlara devletin hükmü şahsiyetini nasıl anlatacağız?

Sırtında çıkarlarının heybesinden başka herhangi bir şey taşımayan ruhsuz ve şuursuz siyasi fırıldaklara rüzgarsız havada ne hikmetse sürekli döndüklerini nasıl kabullendireceğiz?

Milli güvenliğimizin, milli birliğimizin, bin yıllık kardeşliğimizin iç ve dış mahreçli tahrik, taciz ve tahrip ihtimalinin günbegün farklı boyutlar kazandığını, dönem sonu kanlı hesapların kapatılmasına dönük ardışık provokasyon sürecinin kamçılandığını daha neyi ileri sürerek izah ve ifade edeceğiz?

Muhterem Arkadaşlarım,

Dikkat buyurunuz, bölgemizde yerinden oynayan taşlar hala oturmamıştır.

Çatışmaların biri sonlanırken diğeri sökün etmektedir.

Suriye’de 14 yılı bulan istikrarsızlık ve işgal sarmalında cephe üstüne cephe açılmaktadır.

Komşu coğrafyalarda süregelen, bölge ve dünya siyasetini sürgüleyen, barış ve huzur ortamını süngüleyen kaotik iklim giderek sertleşmektedir.

Sınırlarımızın diğer alanlarını, özellikle Suriye’yi kapsam ve tesir alanına alan sıcak gelişmeleri evvelemirde akıl, sabır, sebat, sağduyu ve dikkatle takip etmek zorundayız.

Çılgınlık ile yılgınlık tuzağına düşmeden, nevzuhur duygusallıklara kapılmadan, başkent Ankara vizyonuna bağlı kalarak, jeopolitik angajmanlara tutunarak, ülkemizi ve milletimizi önceliğine alan güvenlik tedbirlerine müzahir ve münasip tavır ve tutum takınmalıyız.

Nitekim Türk devletinin yaptığı da şimdiye kadar budur.

Suriye Arap Cumhuriyeti’nin siyasi ve toprak bütünlüğüne saygı ve riayet kuşkusuz esastır, başka türlüsünü bırakınız düşünmeyi, kafamızdan geçirmek dahi abestir.

Ne var ki Suriye Arap Cumhuriyeti, Şam ile Lazkiye arasına sıkışan, topraklarının üçte ikisi kontrol dışına çıkan, egemenliği ölümcül yaralar alan, solunum cihazına bağlı halde bulunan tartışmalı devlet konumundadır.

Merkezi otoritenin kaybı halinde nelerin yaşanacağını, paylaşım sofrasına oturmak için nasıl da kuyrukların oluşacağını Suriye özelinde görmek trajik bir gerçek olarak karşımızdadır.

Esad, Türkiye’nin uzanan elini tutmamış, uzlaşma ve görüşme çağrılarına kulağını kapatmıştır.

Toprakları gasp edilen, askerleri çatışma alanlarından kaçan, ülkesi deprem geçiren bir devlet başkanı kuyruğu dik tutma çabasındadır.

Ülkesi baştan ayağa infaz ve istila edilmişken, Türk askerinin terör örgütleriyle mücadelesini hazmedemeyip devamlı geri çekilmemizi şart koşan Baas zihniyetinin bugünkü özeti, kabul edelim ki, tam bir rezalettir.

Bize göre hala vakit geçmiş değildir.

Esad’ın, Türkiye’yle önşartsız temas ve diyalog kurması, normalleşme iradesi göstermesi önce kendi hayrına, sonra da ülkesinin çıkarınadır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin hiçbir ülkenin toprağında gözü yoktur.

Ancak vatan topraklarımızda gözü olanlara, yerinden çıkarılacak gözleri olan bu sırtlanların sırtını sıvazlayanlara tahammülümüz de söz konusu olamayacaktır.

Suriye’den kaynaklanan bölücü terör musibeti tamamıyla gündemden çıkarılasıya kadar huzur ve barış ortamını tesis ettiğimiz sahaları boşaltmamız Anadolu coğrafyasını ateşe atmakla eşdeğerdir.

Esad rejiminin her şeyden önce bunu idrak etmesi lazımdır.

En uzun sınıra sahip olduğumuz Suriye’nin istikrar ve güvenliğe kavuşması, iç otoriteyi tekrar kurması elbette samimi dilek ve temennimizdir.

Bu gerçekleşmeden, üstelik her taşın altında, pek çok ülkenin, emperyalizmin ve terör unsurlarının farklı hesap ve hedeflerinin kaynadığı coğrafi mıntıkaları terk etmek felaketlere buyur gel demektir.

Türkiye Cumhuriyeti’ne işgalci diyenlerin, ABD-Rusya ve terör örgütlerine üst perdeden itirazdan inatla kaçınması en hafif tabirle korkaklık ve kifayetsizliktir.

Türk beklenendir, Türk bilinendir, Türk özlenendir, Türk çağrılandır, Türk adalet ve müşfik muamelenin mihver başı, zirve bağrıdır.

Türkiye ve Suriye arasında diplomasi ve diyalog süreçleri, üçüncü tarafların herhangi bir bozucu etkisi olmadan canlandırılmalıdır.

Başka çare ve çıkış yolu kalmamıştır.

Terörle mücadelenin ortaklaşa icrası, karşılıklı hak ve hukuka saygı, geçici koruma statüsü altında bulunan Suriyelilerin evlerine dönüşü, sınır ticaretinin diriltilmesi, birlikte yaşanmış yüzyılları geleceğe taşıma kararlılığı derhal hayat ve zemin bulmalıdır.

Biz, Suriye’nin sarsılan toplum ve devlet yapısına umut bağlayamayız.

Biz, Suriye’nin emperyalizmin ve terör maşalarının doymaz kursaklarında lokma lokma öğütülmesinden memnuniyet duymayız.

Biz, Suriye’nin rehin alınmış, parçalanması hususunda ittifak sağlanamadığından dolayı icazetli ömrünün uzamasına tamam denilmiş mevcut statükosuna yatırım yapacak fırsatçılığa tenezzül edemeyiz.

Esad yönetimi aklını başına almalıdır.

Mezhep taassubunu terk etmelidir.

Düşmanı dost sayan, dostu da düşman gören ilkel ve ilkesiz siyasi dürtülerle arasına çizgi çekmelidir.

Esad yönetimi kabuğuna çekilip uzun süre ayakta kalacağını düşünüyorsa biliniz ki, yanıldığını er veya geç anlayacaktır.

400 yıl hakimiyetimizde bulunan coğrafyaların; sömürgeci güçlerin ve devşirdikleri işbirlikçilerin envai tezgahlarıyla, sınır ve eşik tanımayan ihanetleriyle nasıl da elimizden çıkıp gittiğini hafıza kayıtlarımızda saklı tutuyoruz.

Irak ve Suriye coğrafyası Türk milletini bilir, Türk milleti de o gönül ve kültür coğrafyalarını yüreğinde taşır.

27 Kasım’dan itibaren Halep’e yönelik saldırıları konuşmadan önce, Rusya ve İran destekli rejim güçlerinin 2016 yılında Halep’te yaptığı toplu katliamları, mezhep temelli şiddet sahnelerini, sürgün edilen masumları, tarihinden koparılan bir şehrin acı veren dramını unutmadığımızı, hiçbir zaman da unutmayacağımızı hatırlatmak isterim.

İsrail ile Lübnan arasında yapılan ateşkes anlaşmasından hemen sonra Halep krizinin doğması üzerine başlayan tartışmaların, bir tesadüf mü yoksa bir tertip mi olduğuyla ilgili münakaşaların, o güne kadar biriken çatışma enerjisini, artan coğrafi basıncı hesaba katmadığı anlaşılmaktadır.

Bir yanda zafer çığlıkları atılırken, diğer yanda felaket tamtamlarının çalınması ifrat ve tefrit dozajı yüksek düşüncelerin eseridir. 

Mücavir coğrafyalarımızda Türkiye’ye musallat olabilecek, bölgesel krizi yaygınlaştıracak hiçbir silahlı hareketlenme ve hesaplaşmayı doğru ve meşru göremeyiz.

Halep’ten İdlib’e kadar tekrar açılan çatışma güzergahının Türkiye’ye yansımalarını enine boyuna düşünmekle mükellefiz.

Sınırlarımızın dibinde orayı burayı bombalayanların, Suriye’nin kuzeydoğusunda bölücü terör örgütünü palazlandırıp pışpışlayanların, ne aradıklarını, hangi hak ve hukuka dayanarak bölgemizde konuşlandıklarını sormak ve bununla kalmayıp pılınızı pırtınızı toplayıp gidin demek en tabii hakkımızdır.

ABD ve Rusya’nın verdiği hiçbir sözü tutmadığı ortadadır.

5 Mart 2020 Moskova Mutabakatı kısmen bir çatışmasızlık iklimi sağlamış olsa da, bu mutabakatı ihlal eden, İdlib’i kurcalayan, M-4 ve M-5 karayollarının çevresinde somutlaşan güvenlik koridorlarının işlevini sakatlayan,

İdlib Gerginliği Azaltma Anlaşmasıyla Astana süreçlerini yıpratan,

22 Ekim 2019’da Soçi Mutabakatı kapsamında, PKK/YPG/PYD’yi Menbiç ve Tel Rıfat’tan çekecek olan, fakat buna bir türlü yanaşmayan da ülkeler az çok bellidir.

Şimdi Tel Rıfat haşeratlardan, çıyanlardan, insan suretinde dolaşan alçaklardan köşe bucak temizlenmiş, ümit ederim ki, sırayı Menbiç almıştır.

Ayrıca sınırlarımızın hemen yanı başında yuvalanan terör örgütünün sökülüp atılmasından rahatsız olan DEM Parti’nin nerede duracağını henüz kestirememesi, terörle arasına mesafe koymaktan sürekli imtina etmesi yanlıştır, demokrasi ve hukuk dışı bir çarpıklıktır.

Gelişmelerin Kürt kardeşlerimizle hiçbir ilgisi yoktur.

Tel Rifat’tan sürülüp çıkarılan canilerin kiralık katil sürüsü olduğunu sadece biz değil, şerefli Kürt kardeşlerim de itiraf edeceklerdir.

Bölücü terör örgütüne hayat haramdır.

Tüm terör örgütleri bizim karşımızdadır.

Kürtler bizim canımız, PKK/YPG/PYD can düşmanımızdır.

DEM, ya Türkiye partisi olacak ya da tükenmekten ve derdest edilmekten başka seçeneği kalmayacaktır.

Terör ya bitecek ve Türkiye bahara uyanacaktır ya da bölücü katiller son silahlı teröriste kadar tek tek canlı hedef olmaktan kurtulamayacaklardır.

Suriye toprakları, Suriyelilerindir.

Bu ülkenin demokrasi sınırları içinde anayasal sisteme geçmesi şarttır.

Halep’in huzur ve sükûnet bulması da yegane dileğimizdir.

Şu gerçeği millet huzurunda haykırmak dava ve siyaset namusumuzun şaşmaz ve şüphe götürmez bir gereğidir:

Halep deyince yüreği titremeyen bir vatan evladına rastlayamazsınız.

Çünkü Halep iliklerine kadar Türk ve Müslüman’dır.

Bunu sadece biz söylemiyoruz; tarih söylüyor, coğrafya söylüyor, hakikat söylüyor, ecdad söylüyor, Halep kalesine çekilen Türk bayrağı söylüyor.

İstanbul’un Kapalı Çarşısı neyse Halep’in Kapalı Çarşısı odur.

Ankara Kocatepe Camiinden yükselen aminlerimizle Halep Ulu Camiinden yankılanan aminlerimiz aynıdır.

Halep oradaysa tarihin çağrısına kulağını veren Türk milliyetçileri ve Türk milleti buradadır.

Bizim niyazımız Suriye’nin huzur, istikrar ve barış ortamına bir an evvel vasıl olmasıdır.

Fakat parçalara ayrılmış Suriye fotoğrafında Halebi yüz üstü bırakmak,

Yaban ve yabancı ellere teslim etmek hayal mahsulü bir ihtimaldir.

Ve öyle bir an geldiğinde, tarih satır satır, sayfa sayfa yeniden tekerrür edecek, reklam arası son bulacak, fragman gösterimi bitecek, coğrafya yeni baştan aslına dönecektir.

Değerli Milletvekilleri,

Türkiye’de siyasi istikrar köklü sağlam ve sağlıklıdır.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin bazı yönlerini revize ihtiyacı hasıl olsa da yönetim hayatımız artık güçlü bir bünyeye sahiptir.

CHP’nin bundan mustarip ve müşteki olduğunu bilmeyen yoktur.

Anladığımız ve gördüğümüz kadarıyla; CHP, fonlanmış medyası, yandaş sivil toplum kuruluşları ve sendikaları, DEM’lenmiş ortakları, kiralık kalemleri, dış bağlantıları, devlet ve bürokrasi içine gizlenmiş eski tüfek ayak takımı demokratik yollardan sonuç alamayacaklarına dönük ortak bir kanaat içine yuvarlanmışlardır.

CHP, halktan umudunu kesmiştir.

Hemen seçim çağrıları yapsalar da CHP yönetiminin gözü başka kaşı başka oynamaktadır.

Her gün farklı kisveye bürünen çıkar gruplarının artan rekabetine, azgın hiziplerin çadır tiyatrosuna dönen CHP’nin demokrasi dışı arayışların düşünü kurduğunu ifade etmek hatalı değildir.

Disiplinsiz teğmenleri savunan,

Laik-anti laik kutuplaşmasını sahneye çıkaran,

Rejim değiştirmekten bahseden,

Ekonomik sorunları sistem ve devlet sorununa tahvil eden,

Ülkede istikrarsızlık ortamı varmış gibi iddiada bulunan,

Her dört gençten üçünün ülkemizden gitmek istediğini gafilce ileri süren,

İstanbul Cumhuriyet Başsavcımız başta olmak üzere hukuk insanlarımıza edepsizce saldıran ve avukatlık mesleğini aşağılayan,

CHP’li belediyelerin vergi borçlarını ve SGK primlerini ödememesini dayatan,

Milletimizin hassasiyetlerini kaşıyan, sinir uçlarına basan ve sürekli hukuk ihlali yapan Özgür Özel ve ekibinin vesayet nöbeti tutmuş, ara rejim merakı sarmıştır.

CHP, genetik mirasına sarılarak eski hastalığının pençesine düşmüştür.

Özgür Bey, yolun yol değildir.

Ağzının ayarı hepten bozuktur.

Ne sözün söz, ne de siyasetin adam gibi siyasettir.

Eğer demokrasiyi kesintiye uğratacak yeni bir cunta hedefindeyseniz, ki buradan baktığımızda bunun pek çok delili vardır, o halde bunun sonuçlarına değil şahsınız, yedi ceddiniz en ağır şekilde katlanacaktır.

Biz ya silah ya siyaset derken, CHP’yi de ihmal etmediğimiz bilinmelidir.

Ortadoğu’nun çatışma ortamını ve kanlı boğuşmalarını ülkemize ithal etmeyi planlayan, demokrasiyi musalla taşına yatırmayı aklından geçiren kim ya da kimler varsa, tavsiyem önce bizi ezmeleri, önce bizi geçmeleridir.

Bu can bu bedende durduğu müddetçe, Cumhur İttifakı milletiyle yekvücut olduğu sürece darbe sevdalısı CHP’nin ve onun anti demokratik destekçilerinin göreceği rüya sadece kâbustur, sadece karanlıktır, sadece felakettir.

Muhterem Arkadaşlarım,  

Türk kadınına belediye seçimlerine katılma hakkı 3 Nisan 1930’da, köy muhtarlığına ve ihtiyar heyeti azalığına seçilme hakkı 26 Ekim 1933’de, milletvekili seçme ve seçilme hakkı da 5 Aralık 1934’de verilmiştir.

Türkiye’de kadınlara seçme ve seçilme hakkı verildiği tarihte, henüz pek çok dünya devletindeki kadınların bu haklara sahip olmadığı hepinizin malumudur.

Aziz Atatürk 31 Ocak 1923 tarihinde İzmir’de yaptığı bir konuşmada aynen şunları söylemiştir:

“…Bir toplum, cinsinden yalnız birinin zamanın gereklerini kazanmasıyla yetinirse o toplum yarıdan fazla eksiklik içinde kalır.

Bir millet gelişmek ve medenileşmek isterse özellikle bu noktayı temel olarak kabul etmek mecburiyetindedir.

Bizim toplumumuzun başarısızlığının nedeni, kadınlarımıza karşı gösterdiğimiz ilgisizlik ve kusurdan doğmaktadır…

Kadınlarımız milli hayatın eşit, saygın ve aktif mensuplarıdır.

Hiçbir hak onlardan esirgenemez, hiçbir hak onlara çok görülemez.

Medeniyet klasmanımızın düzeyi kadınlara muameleyle bir ve aynıdır.

Seçme ve seçilme hakkı bir insan hakkıdır.

Bununla birlikte kadınlara yönelik saldırı ve şiddete karşı durmak da insanlık görevi, insanlık onurudur.

Şiddete göz yummak, şiddeti görmezden gelmek, şiddetin önlenmesi için gerekli tedbirleri almaktan kaçınmak işlenen suçlara ortak olmak anlamına gelecektir ki, bu vebale hizmet insani felakete olur vermektir.

Şiddetsiz Türkiye, terörsüz Türkiye, huzurlu Türkiye’dir.

Huzurlu Türkiye ise yeni yüzyılın şahdamarıdır.

Türk kadının siyasal hayatta daha fazla yer bulması, aynı şekilde belirleyici olması hepimizin görevidir.

Kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilişinin 90’ıncı yıldönümünde gerek toplantımıza teşrif eden gerekse de vatanımızın her yöresinde varlık mücadelesi veren muhterem hanımefendilere en iyi dileklerimi sunuyor, her şeyin en güzeline layık olduklarını bir kez daha ifade ediyor, hürmetlerimi sunuyorum.

3 Aralık Dünya Engelliler Günü sebebiyle de, engelliliğin bir eksiklik değil, hepimizin her an yaşayabileceği insani bir hal olduğunu değerlendiriyorum.

Geçtiğimiz hafta sonunda, Dünya Engelliler Günü dolayısıyla partimizde düzenlenen “Farkındalık İçin Buluşuyoruz” programı münasebetiyle, bir yanda engelli kardeşlerimizi ağırladık, diğer yanda onların talep ve beklentilerini seslendirdik.

Bu program çok verimli ve ortak hissiyatın paylaşılması adına da çok yararlı olmuştur.

Huzurlarınızda emeği geçen bütün arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.

Engelli kardeşlerimizle ilgili farkındalık düzeyinin yükselişiyle beraber hiçbir engel hayatımıza ket vuramayacaktır.

Engelleri aşa aşa engeli bulunan her kardeşimizin yanında olacağız, onların elinden tutacağız, Türk ve Türkiye Yüzyılı hedeflerine onlarla ulaşacağız.

Son olarak, “Bir ve Birlikte Hilale Doğru Türkiye Toplantıları”nı bu hafta sonu inşallah başarıyla da tamamlamış olacağız.

Bu kapsamda bütün dava arkadaşlarıma şükranlarımı sunuyorum.

Sözlerimi noktalarken, 3 Aralık Dünya Engelliler Günü’nde, engelli kardeşlerim başta olmak üzere, hepinizi en iyi dileklerimle selamlıyor, Cenab-ı Allah’a emanet ediyorum.

Sağ olun, var olun diyorum.

Cumhur İttifakı Millet Aklı

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*